(Peygamber) Hoşlanmadı ve yüzünü çevirdi, kendisine o âmâ geldi diye... Ne bilirsin, belki o (cehalet kirinden) temizlenecek yahut öğüt alacaktı da öğüt kendisine fayda verecekti? Ama (malıyla Allah'a) ihtiyaç göstermeyene gelince... Sen, ona dönüp sesine kulak veriyorsun! Onun İslamiyeti kabul etmeyip temizlenmemesinden sana ne? Ama sana can atarak gelen Allah'tan korkmuş iken, sen ondan yüz çeviriyorsun! Hayır, sakın bir daha böyle bir harekette bu- lunma! Çünkü o Kur'an bir öğüttür. Artık dileyen ondan öğüt alır."
(Abesle,1-12)
Evet, kalplerinden şirkin pisliğini iman suyuyla gidermek istemeyen, Kur'an'ı dinlemek arzusu duymayan, ondan istifadeyi düşünmeyen kimselerin İslamiyete girmemesi ve nefsini temizlememesi, Resûl-i Kibriya'nın üzerine bir mes'uliyet yüklemiyordu. Çünkü onun vazifesi sadece İslam'ı hakkıyla tebliğ idi. Ancak hak ve hakikati öğrenmek arzusunu izhar eden bir Müslümandan yüz çevirmek, ona bilmediği hakikatleri öğretmemek, arzusuna cevap vermemek, işte böylesine ikazı gerektiriyordu. Cenab-ı Hak, konuyla ilgili indirdiği ayet-i kerimelerde mânen şöyle diyordu:
"Zahir gözü görmese de kulağı ve kalp gözü açık hidayet âşığı birini bırakı- yorsun da, zâhiren gözü bulunan ve fakat kalp gözü kör, hak sözü dinlemek şânından olmayan müstağnilerle uğraşıyorsun!"
Bu hadise ve ikazdan sonra Resûl-i Ekrem, Abdullah İbni Ümmî Mektum'u her gördüğünde ona ikram ve ihsanda bulunur, ihtiyacı olup olmadığını sorar ve "Merhaba, ey Rabbimin bana itâb ve ikazda bulunmasına sebep olan kişi!" diyerek iltifat ederdi.