Muhabbet demişken, bir gün bir baktım yine başlamış anlatmaya: Yok efendim hava ne güzelmiş, böyle zamanlarda içi bir hoş olurmuş, her şey bir şeye işaretmiş… Duysanız, aldanıp da sanırsınız ki hava günlük güneşlik ama bir bakarsınız güneşin esamesi okunmuyor; biraz gök gürültüsü, biraz şimşek, bol bol yağmur. Sen kalk, bu manzarayı “ne güzel, ne güzel” diye bülbül gibi tekrarla dur! Yağmur sonrası toprak kokusunu sevenler varmış ama bu sevmezmiş. Toprağın kokusunu sevmezmiş de gökyüzü tuvaline hayran hayran bakmayı severmiş sular durulunca. Bir de tavuklar gibi toprağı eşelemeyi... Babası olacak o adam alıştırdı bana sorarsanız. Dediklerine göre adam evde durmaz, o ağaç senin bu fidan benim uğraşır dururmuş. Tevekkeli değil bu kızın da adının Meltem oluşu. Rüzgâr gibi ordan oraya eser durur. Hem halet-i ruhiyesi de bundan nasibini almıştır. Bir bakarsınız sıcacık bir bakarsınız suratından meymenet okunmaz, buz. Okunmaz diyorsam yalan sanmayın. Bazen öyle içine kapanır ki ne olmuştur anlamaz kimse. İnatçılığı da vardı hani, uğraş ki çözesin. Biraz poyraz, biraz lodos diyorum; yaradan ikisinin ortasına düşürmüş, Meltem dedirtmiş adına işte. Yok yok, ben gelemem bu kadar zora; ara sıra, rast geldikçe öteden dolanır geçerim.