Birkaç gün önce metroya bindim ve çantamdaki üç kitaptan birini aldım. Metrodan indim ve otobüse bindim. Otobüsten indiğimde bitmişti kitap. Biten elbette kitabın sayfalarıydı, rüzgarı hala devam ediyor içimde.
Kitap okurken "bir yolcu değil bir kâşifti" mealinde bir cümle ile karşılaştığımda istemsiz gülümsedim. Bu sıralar öyleydim çünkü. Bir yolum yok ama yolcuyum, yolun sonuna değil gözümün gördüğüne gidiyorum. Yolcu değil, kâşifim yani. Raflardan rastgele seçilen kitapları çantaya almanın, eve geldikten sonra o kitapları teker teker çıkarmanın, hangisinden başlayacağını tercih etmenin tatlı heyecanları... Son iki ayda kaç kitap okudum bilmiyorum. Ne kitapların ismi kaldı, ne yazarlarının... Bir keşif okuyuşuyla geçtim kitaplardan, okudum, okudum, okudum... "Okudum"lar arasındaki her virgül bir "kaçış"ın vurgusu. Cemil Meriç'in saf-dilâne ve sehl-i mümteni cümlesi ise "İnsanlar kötüydü, kitaplara sığındım."
Sonsuz ve sırasız cümleler... Nevmekân Sahil'in korkutucu raflarında milyarlarca satırın varlığı tedirgin ediyor beni. Bu sıralar gözümün görebileceği yükseklikteki Selimiye raflarına bakıyorum. Yazılı her cümle gerçekten yazılmalı mıydı? Kendini tekrar eden sorular ne kadar yoruyor insanı... Akıcı bir metnin ritmine uymak gibisi yok... Bir de güneş vuracak sayfalara...