“Anacık Sultan başını kaldırdı gözlerini, küçümseyerek, gülümseyerek onun yüzüne dikti, bir bokböceğine, solucana bakar gibi baktı. Öyle bir tavır takındı ki, senin gibisilerin yüzüne böylesine bakmak bile insanı küçültmeye yeter, der gibi.”
"Hürü Hatun, Hürü Hatun, diye Anacık Sultan elini onun omzuna koydu, benim de Bu ocağın da hiçbir kerameti yok, keramet toprakta, ağaçta, suda, insanlarda, böceklerde, kuşlarda...
"Hürü Hatun, Hürü Hatun," diye Anacık Sultan elini onun omuzuna koydu, "benim de, bu ocağın da hiçbir kerameti yok, keramet toprakta, ağaçta, suda, insanlarda, böceklerde, kuşlarda... İyi bak şunlara..." Önündeki raftan koyu kırmızı bir şişe aldı, kapağını açtı, kokladı. Ortalığa Hürü Ananın hiçbir zaman duymadığı, insanın içini okşayan incecik bir koku yayıldı." İşte bütün keramet bunda. Kırk yıldır ben bu işi iyi anladım. Keramet sende bende değil, keramet toprakta, insanlıkta."
Uzun uğraşlar sonucu :) geçen sene başladığım İnce Memed serisini ancak bu sene bitirebildim. ( İşin esprisi ) Gerçekten de okuduğuma değdiğine inanıyorum. Serinin hiç bir kitabı ilk kitap gibi olmasa da çok eğlenceli, hareketli, bol betimlemelerle dolu bir eserdi.
4. kitapta ise diğer kitaplarına nazaran ilk 19 bölüm gerçekten çok sıkıcıydı.
"Yazık olacak sana Memed. Sen soluk aldıkça fakir fıkaranın umudusun, istersen hiçbir şey yapma. Sen eşkıyalığı bırakacak cinsten bir insan değilsin, buna hiç umutlanma. Sen içinde başkaldırma kurduyla doğmuşsun, başka türlü yapamazsın."
"Ölmek istemiyorum," dedi Memed, "kurşunlardan gitmek istemiyorum."
"Kurşunlardan gitmek senin yazgın. O parmağındaki yüzüğü sana niçin verdi Anacık Sultan, biliyor musun?"
(…)
"Kendi kendini yenemeyeceğini bildiğin için."