Heybeliada Ruhban Okulunun Kapatılması
127 yıl boyunca Fener Rum Patrikhanesi'nin kendisine tahsis ettiği ödenekle yaşatılan Heybeliada Ruhban Okulu, "Özel Okulların Devletleştirilmesi" şeklinde görülen uygulama hakkındaki Anayasa Mahkemesi'nin 12 Ocak 1971 tarihli ve 1971-3 sayılı kararından sonra kapanmıştır. Bu karardan sonra Heybeliada Ruhban Okulu da yüksekokul durumunda değerlendirilerek, okulun varlığının sürdürebilmesinin ancak Türk üniversitelerinden birisine veya bir ilahiyat fakültesine bağlanarak mümkün olabileceği belirtilmiştir. Ancak Patrikhane yetkilileri bu şartı kabul etmemişlerdir. Çünkü onlar, Heybeliada Ruhban Okulunun özerk bir statüde, yalnızca Patrikhane'ye bağlı, devletin denetiminde olmayan "Uluslararası Patrikhane Özel Yüksekokulu" olmasını istemektedirler. Bunun üzerine kapatılma kararı İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünün 12 Ağustos 1971 gün ve 101787 sayılı gizli yazısıyla; "Anayasa Mahkemesi'nin 12 Ocak 1971 tarihli kararı ve 26 Mart 1971 tarihli gerekçesi muvacehesinde okulunuzun, bu kararın kapsamına girer durumunda olduğundan diğer yüksekokullar gibi özel bir yüksekokul mahiyetinde bulunan Teoloji bölümünün 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren hiçbir hukuki varlığı kalmamıştır." denilerek hukuki durum Heybeliada Ruhban Okulu Müdürlüğüne bildirilmiştir.
Türkiye’nin yönetici zihniyetinin en temel unsurları siyasi partilerle beraber Cumhurbaşkanlık, Ordu, Anayasa Mahkemesi gibi kurumlar olmuştur. Bunların içinde en önemli unsurun siyasi partiler olmaya başladığı gözükmektedir.
Reklam
Bu dram yalnız sanayileşmemiş Üçüncü Dünya ülkelerinde yaşanıyor. Batı Avrupa’da komünistler, parlamenter demokraside yerlerini almışlardır, ülke yönetimine katılmaktadırlar. Batı Avrupa’nın gelişmiş toplumlarında “komünist” ile “düşman” kavramları özdeşleşmemiştir ve eş anlama gelmez. İlkel bir yaklaşımın ürünü olan bu özdeşleşme, çoğu Üçüncü
Önce ülken sana karşı belli taahhütleri yerine geti­recek. Orada tüm haklara sahip bir yurttaş olarak görü­leceksin, baskıya, ayrımcılığa, hak etmediğin mahrumi­yetlere maruz kalmayacaksın. Ülken ve yöneticileri sana bunları sağlamak zorunda, yoksa sen de onlara hiçbir şey borçlu olmazsın. Ne toprağa bağlılık, ne bayrağa saygı. Başın dik yaşayabildiğin ülkeye her şeyini verirsin, her şeyi, hatta hayatını bile feda edersin; ama başın yerde ya­ şamak zorunda kaldığın ülkeye hiçbir şey vermezsin. İster doğduğun ülke, ister seni kabul eden ülke söz konusu ol­sun. Yüce gönüllülük yüce gönüllülüğü, umursamazlık umursamazlığı ve aşağılama da aşağılamayı doğurur. Özgür varlıkların anayasası böyledir ve ben de başka bir anayasa tanımıyorum.
Sayfa 62 - YKY
Kurul'a yolladığım 19 Mayıs tarihli mektup, 20 Mayıs 1952 tarihli bir mektupla geri çevrilmişti. Bundan ötürü, hiç yapmak istemediğim bir şeyi yapmak zorunda kalıyordum: Beşinci Madde'ye sığınmak. Anayasa'nın gerçekten akıllıca düşünülmüş bir bölümü: kendinizi suçlu durumuna düşürmeye zorlanamazsınız. Yine de içinde, sıradan bir insanın pek akıl erdiremeyeceği boşluklar var.
Sayfa 96 - Can YayınlarıKitabı okudu
Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Anayasa'nın dediği gibi, herkes hür ve eşit doğmaz ama herkes eşit hâle getirilir. Her insan diğer herkesin suretidir; o zaman herkes mutlu olur çünkü sinmelerine yol açacak, kendilerini kıyaslayacakları dağlar yoktur. Yani! Yandaki evde bulunan bir kitap, dolu bir tabancadır. Yak onu. Silahın mermisini al. Adamın zihnine zorla gir. Okumuş adamın hedefinin kim olacağını kim bilebilir? Ben mi? Onları bir dakika bile midem kaldırmaz. Böylece, sonunda tüm dünyadaki evler yangına dayanıklı hâle getirildiğinde, itfaiceyecilerin eski işlerini yapmasına gerek kalmadı. Onlara bu yeni iş verildi ... iç huzurumuzu koruma , aşağı olmaya karşı duyduğumuz anlaşılır ve haklı korkuya yönelik odağımızı koruma görevi verildi; resmî sansürcü, yargıç ve infazcı oldular .
Sayfa 80 - İthakiKitabı okudu
Reklam
Paris yeniden kabardı, tıpkı okyanus gibi; Tuileries'ye doğru akıyor; Ekmek ve bir Anayasa için.
Sonuç :
Biz yukarıda hukuku bilinçli irade ürünü sayan görüşlerden beşerî irade görüşünü kabul ettiğimizi ve öbür görüşleri neden reddettiğimizi kısaca açıklamıştık. Kanımızca, hukukun kaynağı konusunda, hukuku beşerî irade ürünü sayan pozitivist teori, Özellikle normcu pozitivist teori doğrudur. Buna göre hukukun temeli yine hukuktur. Hukuk kuralları üst hukuk kurallarının öngördüğü organ tarafından ve bu üst kuralların tespit ettiği usûlle konulmaktadır. Ancak, yukarıda belirttiğimiz gibi, bu normativist teorinin zayıf yönü temel norm varsayımında toplanmaktadır. Kanımızca, anayasa hariç, her hukuk kuralının kaynağı, o kuralın üstünde yer alan kuraldır. Bu kısım itibarıyla normcu pozitivizmin açıklamasını kabul etmekteyiz. Anayasanın temeli konusunda ise, normcu pozitivizmden ayrılıyoruz. Anayasanın kay￾nağı, hukuk dışı usûllerle yeni bir anayasa yapma iktidarı olarak tanımlanan aslî kurucu iktidardır. Anayasa, kurucu iktidarı elinde bulunduran kişilerin iradesinin ürünüdür. O hâlde anayasanın temeli konusunda iradeci pozitivizm kabul edilebilir. Özetle, hukukun kaynağı konusunda bizim benimsediğimiz görüş, anayasa bakımından iradeci pozitivizm, anayasa altı normlar bakımından ise normcu pozitivizmdir.
Eğer vahşet artık yasadışı kabul edilmiyor, politik bir mesele olarak ele alınıyorsa insanın hükümetle olan temel ilişkisi değişmiş, bireysel haklar kavramı tamamen yok olmuş demektir. Anayasa insanın, devlet veya yasalarla tanınmayan, doğuştan gelen hakları olduğunu söyler. Bu haklardan biri de zulme uğramamaktır. Bu hak yalnızca Amerikalılar için değil tüm insanlık, hatta "düşman askerleri" için de geçerlidir. Eğer insanlar arasında bir ayrım yaparsan tüm anayasa parçalanır. Bu hayat memat meselesidir. "
Sayfa 648-649Kitabı okudu
Anayasa Mahkemesi başaramamıştır !..
Bir Örnek: Yukarıdaki üç nolu ilke (“üst basamakta yer alan norma, alt basamaktaki bir norm ile istisna getirilemez” ilkesi), Türkiye’de 19 Ocak 2012 tarih ve 6271 sayılınCumhurbaşkanı Seçimi Kanunuyla ihlâl edilmiştir. Zira bu Kanunun geçici birinci maddesinde “Onbirinci Cumhurbaşkanınınngörev süresi yedi yıldır” denerek Anayasamızın 101’inci maddesinde bulunan "‘Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır” hükmüne istisna getirilmiştir. Oysa yukarıda açıklandığı gibi, Anayasa normlar hiyerarşisinde kanunların üstünde yer almaktadır ve normlar hiyerarşisinde üst basamaktaki normla konulmuş bir hükme alt basamaktaki normla istisna getirilemez. Anayasa hükmüne kanunla istisna getiren bu hükmün iptali istemiyle Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılmış, ama ne yazık ki, Anayasa Mahkemesi, 15 Haziran 2012 tarih ve E.2012/30, K.2012/96 sayılı kararıyla 6271 sayılı Kanunun bu hükmünün Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin bu kararı, yukarıda gördüğümüz üçüncü ilkeye (“üst basamakta yer alan norma, alt basamaktaki bir norm ile istisna getirilemez” ilkesine) ve dolayısıyla normlar hiyerarşisine aykırıdır. Görüldüğü gibi çok basit bir ilkeyi Anayasa Mahkemesi gibi ülkemizin en yüksek mahkemesi uygulamayı başaramamıştır.
Reklam
“Anayasalar eninde sonunda mutlak tiranlığa dönüşür,” dedi Paul. “Onlar ezici olabilecek kadar organize olmuş güçlerdir. Anayasa harekete geçirilmiş toplumsal güçtür ve vicdanı yoktur. Ayrım gözetmeksizin herkesi ezebilir, insanlık onurunu ve bireyselliği ayaklar altına alabilir. Kararsız bir denge noktasına sahiptir ve sınırları yoktur. Ama benim var. Halkımı korumak adına, bir anayasa hazırlanmasına izin vermiyorum. Kararname, günün tarihi, vs. vs.”
Genel olarak bürokrasinin, özel olarak Emniyet Örgütü'nün, Cumhurbaşkanlığının ve Yüksek Yargının ele geçirilmesi, 12 Eylül 2010 referandumu ile Anayasa'nın de­ğiştirilerek yeni "hukuk düzeni"nin kurulması ve devlete ha­kim olmak demekti. AKP-Cemaat koalisyonu diğer iktidar odaklarını tasfiye etmiş ve bütün iktidarı eline geçirmişti. Dolayısıyla liberallerin entelektüel ortamda adeta bir terör estirerek genel kabule dönüştürmeye çalıştıkları "iktidarda­ ki muhalefet" palavrası da 12 Eylül referandumu ile bütün inandırıcılığını yitirmişti. Bazı liberal meczuplar dışında bu siyasi şarlatanlığa inanan da kalmamıştı.
Ülkede dinci-faşizan bir rejimin kurulması yolunda atılan en büyük adımlardan biri olan 12 Eylül 2010 anayasa referandumunda Ufuk Uras ÖDP’den tamamen farklı bir tutum takındı. ÖDP söz konusu dönemde, doğru ve devrimci tutum takınarak TKP, EMEP ve Halkevleri ile birlikte “hayır” cephesi içinde yer alırken, Ufuk Uras ise adeta Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının sözcülüğünü yapıyordu.
UFUK URAS SOLCULUĞU AKP’nin anayasa değişiklik paketinin Meclis’te görüşülmesi sırasında, bu ülkenin siyasal tarihinden hiç silinmeyecek görüntülere tanık olduk. Örneğin sosyalistleri temsil etme iddiasıyla TBMM’ye giren Ufuk Uras, AKP’lilerin alkışları arasında “evet” oyu kullandı.
Amerikan Anayasası oluşturulurken, Kongre'de anayasa hakkında açıklama yapan Franklin'e "halkın saadetleri peşinden gitmesi" ibaresi hakkında eleştiri gelir. Kürsüye doğru hızla ilerleyen bir adam, "O kelimelerin hiçbir anlamı yok" diye bağırır. "Bu sözlerin garanti ettiğini söylediğin saadet nerede, bize ondan bahset!" Benjamin Franklin hafifçe gülümser ve su cevabı verir: "Dostum! Anayasa, Amerikan halkına sadece saadetlerin peşinde gitme hakkını garanti ediyor. Onu yakalayacak olan ise sensin."
Elma YayıneviKitabı okudu