"Dağlara çen tüşende
Bülbüle gem tüşende
Ruhum bedenden oynar
Yadıma sen tüşende..."
Kitabın ilk sayfalarında karşıma çıkan türkü sözleri, meğer nasıl bir kurguyla karşılaşacağımı da yansıtıyormuş fakat fark edememişim. Yazarın akıcı ve çoğu zaman eğlenceli kalemi sayesinde acıyı hissedeceğim kısmı kestirememişim :'.
Kitabı okurken, kendimi anlatıcının yerine koymakta hiç zorlanmadım. Ki kitabı asıl akıcı hale getiren şey de bu bence.
En sevdiğim kısım ise özgün betimlemeler oldu. Duyguların bu kadar özgün bir şekilde ifade edilmesinin olayları içselleştirmeye yardımcı olduğunu düşünüyorum. Bir örnek;
"Temeline küskün bir ev gibi hissettim kendimi. Mutlaka bir yere geç kalmıştım, muhakkak ki zaman belli belirsiz akmıyordu. Keşke öyle olsaydı ama rakamlar bir bıçağın ucundan daha merhametsizdi." (s.29)
Kitaptaki ana karakter diyebileceğim Yusuf, başta masum bir aşık gibi bizi karşılıyor. Butimar'a sevdalanıp ona ulaşmak istiyor. Fakat sonra, Butimar ile bile yarışabilecek bir derde tutuluyor; Simya. Öyle ki, bir gün ikisi arasında bir seçim yapması gerekiyor.
Yusuf, bir simge aslında. Bana kalırsa Yusuf biziz. Yani nefsimiz. Bitmeyen isteklerimiz, aç gözlülüğümüz, istediklerimiz uğruna mânâyı unutuşumuz...
Kitapta da geçtiği gibi, evvela mânâyı şerh etmek meseleyken, takıldığımız küçük şeylerle pek çok şeyi yitiriyoruz.
Butimar hakkında yazmak istediğim çok şey var. Ancak fazla spoilera yer vermek istemiyorum, derin bir yeri kaldı ben de :'