224 syf.
·
Puan vermedi
"Mühürlenmiş Zaman" Dünyaca ünlü Rus film yönetmeni Andrey Tarkovski'nin sinema ve sanat üzerine derinlemesine düşüncelerini içeren bir kitaptır. Tarkovski'nin düşünceleri, sanatın özünü anlamaya ve insan deneyimini derinlemesine keşfetmeye yönelik derin bir arayışı yansıtır. Kitap, Tarkovski'nin kendi filmleri ve sinema
Mühürlenmiş Zaman
Mühürlenmiş ZamanAndrey Tarkovski · Agora Kitaplığı · 2007917 okunma
Sanat, bir insanın muktedir olduğu en iyi şeyi, yani umudu, inancı, aşkı, güzelliği ya da istediği ve umduğu en iyi şeyi güçlendirir. Yüzme bilmeyen bir insan suya atladığında vücudu kendisi değil kendini kurtaracak içgüdüsel hareketler yapmaya başlar. İşte sanat da suya atılmış bir insan bedenine benzer, insanlığın manen boğulmasını engelleyecek bir içgüdüdür. Sanatçı, insanlığın manevi içgüdüsünün temsilcisidir.
Reklam
Gene insan varlığının anlamını mutlu olma hakkı olarak tanımlayan Korolenko'ya dönelim. Bu bana Eyüp'ün kitabını çağrıştırdı. Kitapta Elifaz şöyle der: " Çünkü dert topraktan çıkmaz ve zahmet yerden bitmez; fakat insan meşakkate doğar; kıvılcımlar yukarı uçar gibi" (Eski Ahit, Eyüp, 5;6). Acının kaynağı memnuniyetsizliktir, insanın o an içinde bulunduğu durumla ideal arasındaki çatışmadan doğar. İnsanın gerçek bir Tanrısal özgürlük uğruna mücadeleyle ruhunu güçlendirmesi, 'mutluluk' duygusundan çok daha önemlidir.
Rusya'da yazar Korolenko'nun şu sözleri sık sık tekrarlanır: "Kuş uçmak için, insan mutlu olmak için doğar! " Bana kalırsa, insan varlığının özüne bundan daha aykırı bir görüş olamaz. Benim mutluluk kavramının ne anlama geleceği hakkında en ufak bir fikrim yok. Memnuniyet mi? Huzur mu? İnsan hiçbir zaman memnun değildir ve daima somut, elde edilebilir görevlerin çözümüyle değil, aksine sonsuzluğa yönelir...
İnsanlar arasında ilişki öyle bir şekil almıştır ki, sonuçta hiç kimse kendinden bir şey beklememekte, herkes kendisini etik çabalardan soyutlayarak kendisiyle ilgili talepleri diğer insanların, bir anlamda bütün insanlığın sırtına yıkmaktadır. Uyumlu olmak, kendini feda etmek, geleceğin inşasına katılmak; bunlar hep başkalarından beklenen hasletlerdir. Kişinin kendisi bu sürece hiçbir şekilde katılmamakta, dünyada olup bitenlerden kişi olarak kendisini sorumlu tutmamaktadır. Bu sorumluluktan kaçmak, kendi bireyci çıkarlarını genelin yüce görevlerine feda etmemek için de binlerce sebep öne sürmektedir. Hiç kimsede dönüp şöyle bir kendine bakacak, kendi hayatına, kendi ruhuna karşı olan sorumluluğunu ele alacak ne bir istek ne de cesaret vardır. Başka bir deyişle: Özgün değil 'genel' çabaların ürünü olan bir toplumda yaşıyoruz. Tek tek bireylerin çıkarlarını kaale almaksızın insanların enerjileri ve gayretlerini şekillendiren ve kullanan yabancı düşünceler ve hırsların, daha doğrusu liderlerin bir aleti olmaktadır insan. Sonuçta, kişisel sorumluluk sorunu adeta ortadan kalkmış ve insanın kendine karşı sorumsuzca davranmasına göz yuman yanlış bir 'genel'in çıkarına feda edilmiştir. Ne var ki, kendi sorunlarımızın çözümünü başkalarına devrettiğimiz an, maddi ve manevi gelişim arasındaki uçurum da derinleşir. Başkalarının bizim adımıza kesip biçtiği bir fikirler dünyasında yaşıyoruz. Bu demektir ki, ya bu fikirlerin standartlarına göre kendimizi geliştiriyoruz ya da bu fikirlere giderek daha da umutsuz biçimde yabancılaşarak onlarla çelişkiye düşüyoruz.
Nostalaghia artık geride kaldı. Film çalışmaları sırasında kimin aklına gelirdi ki benim de ruhum, çok geçmeden, son derece kişisel ve somut bir nostaljinin pençesinde kıvranıp duracak.
Reklam
Bergman'dan bir örnekle bu konudaki düşüncelerimi daha açıklığa kavuşturmak istiyorum: Kaynak filminde vahşice tecavüze uğrayan kız kahramanın öldüğü sahne beni hep sarsmıştır. İlkbahar güneşinin süzüldüğü dalların arasından henüz ölmekte, belki de ölmüş bir kızın yüzünü görürüz... Artık acının zerresini duymuyordur. Buraya kadar anlaşılmadık bir şey yok, gene de sanki bir şeyler eksikmiş gibi... Sonra kar yağışı; alışılmadık ilkbahar karlarından biri başlar... Lapa lapa karlar kızın kirpiklerinde asılı kalır, gözkapaklarını örter... Zaman izlerini bırakır... Şimdi kalkıp da lapa lapa kar yağışının anlamı üzerinde konuşmak doğru olur mu? Veya bu sahnenin, uzunluğu ve ritmiyle duygusal kavrayışımızı doruğa çıkartmayı amaçladığını söyleyebilir miyiz? Şüphesiz ki hayır! Zira yönetmenin bu çekimde güttüğü tek amaç olayı olduğu gibi yansıtmak, kızın gözkapaklarına yapışıp kalan karların erimediğini göstererek kızın öldüğünü vurgulamak. Yaratıcı istekle ideoloji birbirine karıştırılmamalıdır, aksi takdirde sanatı doğrudan, ruhsal yanıyla, olduğu gibi algılama imkanım elimizden kaçırmış oluruz.
Son zamanlarda seyircilerimle konuşmak için bol fırsatım oldu. Bu sohbetler sırasında onları , filmlerimde simgeler ve mecazlara asla yer vermediğime ikna edemedim. Özellikle de yağmurun anlamı konusunda beni çok sıkıştırdılar. Neden yağmur? Neden ikide birde beliren rüzgar, ateş ve su? Bu tür sorular beni büsbütün çileden çıkartıyor. Yağmurun,
Bundan sonraki film çalışmamda, gerçek ve inandırıcı çekimler elde etmede daha kararlı davranacağım. Çıkış noktam, en belirgin özellikleri üzerlerine kazılan zamanla belirginleşen dış çevirim yerlerinin doğrudan izlenimleri olacaktır. Doğalcılık, filmde doğanın bir varoluş biçimidir. Doğa ne kadar doğal bir şekilde çekime girerse elde edilen görüntü de o kadar saygın olacaktır. Sinemada doğa, doğalcı bir olasılık aracılığıyla ruh kazanıp canlanır.
Bundan sonraki filmim Kurban'ın kahramanı da kelimenin tam anlamıyla zayıf bir insan olacaktır. O bir kahraman değil, en büyük idealleri uğruna kendini kurban edebilecek güçte, düşünen, dürüst bir insandır. Zamanı geldiğinde sorumluluktan kaçmaz ve sorumluluğu başkalarının üzerine atmaya kalkışmaz. En yakınlarının bile kendisini anlamamasını göze alarak kararlılıkla, hatta daha önemlisi öldürücü bir umutsuzlukla davranır. İnsanların kendisini deli olarak damgalayabileceklerini bile bile, bütünün ve dünyanın kaderinin bir parçası olduğunu biraz olsun hissedebilmek için 'kabul edilebilir' ve 'normal' insan davranışının sınırlarını aşar. Aslında bütün bu yaptıkları da yüreğinin sesine boyun eğmekten başka bir şey değildir, yani asla bir efendi değil, sadece kaderinin bir hizmetkarıdır. Bu çırpınışlarını belki de kimse fark etmeyecektir bile, ancak dünyamızın huzuru bu çırpınışlara bağlıdır.
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.