Bana gelince; bir ölü gördüğümde, ölümü, bir gidiş anına benzetirim. Ceset ise, üzerimizden çıkardığımız giysileri hatırlatır. İçimizden biri çekip gitmiş, hem de o benzersiz, biricik giysisini yanına almadan.
Her sabah bana diriliş komedisini ve her akşam mezara giriş komedisini oynatan, ikisi arasında da can sıkıntısı kefeninin azabından başka hiçbir şey yaşatmayan o fiiliyat utancından kurtarın beni..
bensiz ben, hedefsiz yol alıyorum, bilmem hangi köşeye doğru...Kitabı okudu
Kendi kendine günde bin kere "Şu dünyada hiçbir şeyin kıymeti yok," diye tekrarlamak; kendini ebediyen aynı noktada bulmak ve bön bön, bir topaç gibi fır dönmek... Zira her şeyin beyhudeliği fikrinde ne ilerleme vardır, ne de bir sonuca varma; bu geviş getirme içinde ne kadar uzağa gidersek gidelim, bilgimiz hiç artmaz: Şimdiki hâliyle de, başlangıç noktasındaki kadar zengin ve o kadar hükümsüzdür.
Şu veya bu fikri destekliyor olabilirsiniz, bir yer sahibi veya bir sürüngen olabilirsiniz, fiiliyatınız ve düşünceleriniz gerçek ya da düş ürünü bir site biçimine hizmet ettiği andan itibaren o puta taparsınız ve onun mahkûmu olursunuz.
Her varlık bir başka varlığın can çekişmesiyle beslenir; anlar, zamanın kansızlığı üzerine vampir gibi üşüşürler --dünya, gözyaşılarının biriktiği bir yerdir... Bu mezbahada kollarını kavuşturup durmak ya da kılıç çekmek eşit derecede beyhude hareketlerdir.
Bazen yalnızlığı kafasına kakılmamış olsa, yaşadığı hayatın garip ve kabul edilemez bir tarafı olduğuna dair telkinler almasa, hiç yalnızlık çeker miydi merak ediyor.
'Her resmin veya projenin hayatında bir dönem olurdu ki -veya olmasını umardın ki- o resim veya proje sana gündelik hayattan daha gerçek gelsin, oturduğun yerde aklından tek geçen bir an önce stüdyoya dönmek olsun, sofraya bir öbek tuz döküp beyaz taneciklerini parmağının altında kum gibi karıştırarak desenler, projeler, çizimler oluşturduğunu fark bile etme.'