Bembeyaz bir kefene saracaksınız beni
Ölmeyeceğim
Tahta bir tabuta koyacaksınız beni
Ölmeyeceğim
Üzerine toprak atacaksınız kürek kürek
Yine ölmeyeceğim
Sonra sağır sessizliği içinde zamanın
Bir bir bırakıp gideceksiniz beni
Ölmekten beter olacağım
sana hiç geçmemiş ağrılar, hiç geçmemiş anılar, hiç geçmemiş günler bıraktığım halde yan yana, sarıla sarıla çektirdiğimiz bir fotoğraf bile bırakmadığım o rüya için üzgünüm.
Geçmişten gelen eşyalar, saklanan anılar, kişilere ait izler, kokular... Kapalı bir kutunun içinde adresini bulduğunda hazin bir tebessümle karşılanıyormuş meğer. Özlemle, hürmetle ve sevgiyle kucaklanıyormuş, ulaştığı yerde...
Anılar eğer acı verici ise onlarla yaşamak zordu. Tıpkı ayakkabında bir çakıl taşı ile dolaşmak gibi. Boyutu ne kadar küçük olursa olsun, o kadar çok huzursuz ederdi ki seni, şaşırıp kalırdın, işte bu ev annesinin ayakkabısındaki çakıl taşıydı ve ondan kurtulması gerekiyordu.
"Hepimizinki günübirlik hayatlar; hatırlayanın, hatırlanandan farkı yok. Hepsi geçici. Hem anılar hem de onların nesnesi. Her şeyi unutmuş olacağın günler kapıda, her şeyin seni unutacağı günler yakın. Bil ki çok geçmeden hiç kimse ve hiç bir yerde olacaksın.”