Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Bu düşünce Balkan Harbinde de hakimdi.
Ankaralı kadınlar beni görmeye geldiler. Ankara çok bölgeciydi ve az istisna ile, İstanbullulara “yabancılar” derlerdi. Ben onlara çok minnettarım, çünkü, ilk gününden itibaren Dr. Adnan’la beni de bağırlarına bastılar. Didar’ın hizmetçisi kahve getirdikten sonra, bir tanesi, dışarıda kimse olup olmadığını gözledikten sonra, hepsi birden etrafımı aldılar. Benim ne kadar can pahasına Millî Mücadele’ye atılmış olduğumu bilmekle beraber, dertlerini bana açmalarına çok içlendim. — Buraya bakın, biz de memleketimizin iyiliğini isteriz. Fakat niçin Ankara’da, İstanbul, İngilizlerin elindedir diye ümitsiz bir savaşa giriştik? Biz onları yenip dışarı atabilir miyiz? Ankara’nın yarısı Çanakkale’de şehit oldu. Ne faydasını gördük. Bırakın her yer kendi hesabına dövüşsün. Bu, bölgeciliğin tam ifadesiydi. Etrafımız, komşularımız sefalet içinde yaşarken kendimizin barış ve dirlik içinde yaşayabileceğimize inanmak ne yazık ki eski dünyanın bir düşünüşüydü. Fakat, Ankara kadınları bunu sırf kendi menfaatleri için söylemiyorlardı. O zamana kadar yapılan fedakârlıkların bir netice vermediğini görerek bu düşünceye varmışlardı. Ben, onlara bu savaşın şimdiye kadar görülmemiş derecede güç olacağını söyledikten sonra, nihayet muvaffak olacağımıza emin bulunduğumu da ekledim. Ben onları kandırmak için bunları söylemiyordum. Ben, kendim de ne kadar büyük fedakârlığa bağlı olduğunu bilmekle beraber bu savaşta muvaffak olacağımıza iman etmiştim.
Charl Texier “Kü­çük Asya" isimli eserinde Ankara’dan bahsederken (1830 yıllarında) Ankaralıların devlet memurlarıyla, Ankaralı olmayan görevlileri Osmanlı olarak andıklarını kendilerini de Ankaralı saydıklarını yazar.
Sayfa 190Kitabı okudu
Reklam
Böylece, Osmanltlar, Ankaralı olmaya başladılar.
Sayfa 190Kitabı okudu
Tüm o duaların finalinde Atatürk ve silah arkadaşlarını anmak var. Onsuz dua eksik bizlere göre. Ali Hoca'nın önünde yazan listede gelmiş geçmiş bütün aile büyükleri yer alıyor; en altta ise Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları. Ankara'da her dua edilen, her mevlüt okunan evde mutlaka ve mutlaka o son satır bu şehri yoktan var eden lidere ve askerlerine ayrılıyor. Nesilden nesile bu sürüp gidiyor. İstanbul'a da gelse bir Ankaralı aile, eğer dua için hoca arıyorsa, birinci soru budur: "Atatürk ve silah arkadaşlarına da dua ediyor musunuz?" Etmiyorsa o kişinin duasını dinlemeyiz.
Sayfa 120 - Hep KitapKitabı okudu
Bir eli direksiyonda, diğer eli Tekel birasındayken, cebinde Hoppa'yla ve göğsünün ortasında matkapla açılmış bir yarayla, farkında olmadan Esat'a gelmişti. Çünkü Esat, küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayrılan, şirin bir semtimizdir. Burada, aşk acısı çeken sempatik insanlar oturur. Bu semtimizin bir diğer özelliği de sınırlarının belirsiz olmasıdır. Bu yüzden pek çok Ankaralı, Esat'ta oturmadığı halde kendini Esatlı zanneder.
Sayfa 246Kitabı okudu
15 Temmuz 1921, Nasuhçal Mevzisi
Yaralı komutanını istasyondaki doktorlara yetiştirmek için atını dolu dizgin süren Ankaralı Zeynel Çavuş ağlayarak ona yalvarır: "Gözünü seveyim dayan komutanım". Yarbay Mehmet Nazım'ın bilinen son sözü dudaklarından burada dökülür: "Asıl siz dayanın çocuğum."
Reklam
Başhekim Demir Demir hastanenin döner sermayesine tenezzül etmeyip yatakhane arkadaşını ve değerli eşini doğrudan evine de davet edebilirdi elbette, ama karısı Sevim Demir evde yatılı misafir istemiyordu. Daha hemşirelik yüksekokulunda talebeyken Demir Bey’le evlenip mesleğini başlamadan bırakan Sevim Hanım, obsesif kompulsif kişilik bozukluğundan muzdaripti. Evde yabancıların dokunduğu her yeri, Ankaralı olduğu için ‘Ozonlu su’ dediği çamaşır suyuyla silmeden rahat edemiyor, bu nedenle yalnızca yatılı misafir değil, gündüzlü misafir de istemiyordu.
Sayfa 21
Gérard de Nerval'in, hattâ Théophile Gautier'nin, Misemer'in bahsettikleri Beyoğlu gece hayatı daha ziyade ecnebi ve yerli azınlıkların hayatıydı. İstanbul'a ilk defa 1833'de gelen Lamartine ise ekseri hatırlı seyyahlar gibi şehirde ecnebi kolonisi, Tarabya'da sefarethaneler tarafından misafir edilmişti. Geniş
Sayfa 174
Öz
Kendi özünden ödü kopuyor bazı insanların. Mensup oldukları milletten haz etmeyenler olduğu gibi, kendi memleketinden, özünden, ailesinden, doğduğu, büyüdüğü, çocukluğunu geçirdiği şehirden utananlar bile var. Bu ülke şehirlerden ibaret değil. Bunların ilçeleri, kasabaları, köyleri var. Bundan bir nesil öncesine kadar herkes şehre köyden göçmüşken, hâlâ köyünde yaşayan anası babası, hadi hadi olmadı dedesi, ninesi varken, nedir şimdi bu şehirli olma hırsı? Ben Ankara’da yaşıyorum, ben de soruyorum zaman zaman nerelisiniz diye insanlara. Yahu herkes mi Ankaralı? Ankara dediğin de bozkırın ortasında bir coğrafya neticede. Bir de İstanbullular var, onlar bir seviye daha üstün. İstanbulluyum diyor. Peki, aileniz diye soruyorsun. Ailem Mardinli ama ben doğma büyüme İstanbulluyum! De ki ben Mardinliyim, Manisalıyım, Uşaklıyım, Edirneliyim de, ne değişecek? De ki, oralıyız ama uzun yıllardır buradayız de, ne değişecek? Sen sensin yine. İnsansın her şeyden önce. Hani diyorlar ya, “herkes reis, kızıldereli yok”... Sahiden öyle. Herkes atadan dededen şehirli. Özünden uzaklaşma mı, kendinden kaçış mı, yeniden var olma çabası mı? Biz taşralılar, sıradan insanlar yani, kendimizi şehirlilerden aşağı, diğer taşralılardan yukarı görmeyenler, memleketini ve gelip geçtiği yerleri bilen insanlar buna tam olarak bir anlam veremiyoruz. Oysa kabullenebilsek kendimizi, geçmişimizle, geldiğimiz yerle, bizi biz yapan insanlarla barışabilsek her şey daha kolay olacak. O zaman daha kolay çıkabileceğiz kendi yolculuğumuza.
- Görüşmeniz gelmiş... Telörgüye! Telörgü... Mahşerden bir numûne... Osman Yüksel vesaire de orada... Bana yol açtılar ve yüzümü telörgüye tatbik etmemi mümkün kıldılar. Gelenler, bizim Ankaralı gençler; Ankara'da yüksek tahsillerini yapan bizden çocuklar... Bana ve Osman Yüksel'e gelmişler; beni bulamayınca da çağırtmışlar... Aralarında benim sevgili Sezai Karakoç'um da var.
Sayfa 195 - Büyük Doğu YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Bana da bizim dost çevrelerde "Ankaralı Ahmed" derlerdi bir vakitler. Oysa dördüncü ordu dedikleri Doğu'da doğmuşum...
Kanadı da, hayatı da alacalıdır Ankaralı martıların. Deniz kokan balık yer, Mamak çöplüğünde maviyi özlerler. Kargaya çalar renkleri. Şehir güvercini ile denizköpüğü arasında sıkışmışlardır. Sesleri de çok çıkmaz.
Biz de Ankaralı olmaya hazırlandık, Evimizin arka tarafında geniş, boş arsalar vardı. Ankara'ya gelen köylülerin bir kısmı burada açıkta yaşarlardı, hayvanları ve çoluk çocuklarıyle beraber. Hayvanları bir kenara bağlıyor, yere yırtık pırtık bir şeyler açıyor, günü geceyi onların üzerinde geçiriyorlardı. Köylülerin arabaları ve hayvanlarıyle şehre girmeleri yasak edilmişti. Üstleri başları yamadan görünmüyor, renkleri topraktan ve kilden anlaşılmıyordu. Yaşayışları fakirce olmaktan da aşağıydı. Hani istatistiklerde asgari yaşayış seviyesi diye bir deyim vardır. Bunlar bu yaşayış seviyesinin de altındaydılar. Eğer buna yaşamak demek doğruysa... Arada sırada yanlarına giderdim. Başka bir dünyadan gelmiş yaratıklar gibiydiler. Ben sefaletin bu kadar koyusunu, bu kadar elle tutulanını görmemiştim. Oysa, bu büyük kurtuluş savaşını onlar yaşamışlardı. Şu yırtık kirli paçavralar içinde vücutlarını örtmeye çalışan kadınlar, cepheye sırtlarında mermi taşımışlardı. Anadolu'nun kesin gerçeği buydu.
Sayfa 116Kitabı okudu
Gelen yaralılar Ankara istasyonunda birikmeye başladı. Çünkü Ankara'da yaralıları yatıracak yer kalmamıştı Sağlık Bakanlığı, Valilik ve Belediye çaresizlik içinde kıvranıyordu. Olmaz gibi gelen bir öneri ortalıkta dolaşmaya başladı: "Ağır yaralılar hastanelere, ağır olmayan yaralılar evlere!" Olacak şey miydi bu? Mutaassıp halk buna razı gelir miydi? Ama bu sihirli söz hızla yayıldı ve benimsendi. Meclis bu işi örgütlemesi için Dr. Rıza Nur'u görevletidirmişti. Birçok Ankaralı evinin bir odasını Sakarya gazilerine açacak, evlere yerleştirilen yaralılarla doktor milletvekilleri ilgileneceklerdi. Herkesi titreten sorun çözülmüştü..
Sayfa 448 - Bilgi YayıneviKitabı okudu
392 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.