"Var ki düşünebiliyorum" demişti ezcümle Aristoteles. Yani, benim düşünmem, evvel-i emirde varlığa bağlı. Gayet makul!
Buna mukabil "Düşünüyorum, o halde varım" demişti Descartes da. Yani varoluşum, düşününceyle anlaşılır, düşünceden başlar. Oooo, buyur buradan yak!
Bu tavuk-yumurta çıkmazında düşünce tarihi ikincisiyle birlikte yeni bir mecraya girdi:
1) Aristoteles, hakikat orada-burada vardır ve keşfedilir demişti; yani varlık birincil ve aktif, zihin ikincil ve pasiftir. Aristoteles mantığı ve felsefesi bu keşifçi projenin açılımıdır. Klasik dönem İslam felsefesi de mantığıyla, fiziğiyle ve metafiziğiyle buna dahildir. Allah fiziki hakikatleri evren olarak vahyetmiştir, akıl onlara yönelir ve bilir.
2) Descartes da hakikat zihinde inşa edilir demişti (en azından öyle yorumlandı); yani zihin birincil ve aktif, varlık da ikincil ve pasiftir. Allah fiziki hakikati evren olarak vahyetmiş olsa bile ondan duyulara yansıyanlar zihinde mayalanır, zihin boş bir kalıp olmadığı için gelen veriler din, dil, tarih, gelenek, toplum, kültür gibi soslara banar, dolayısıyla zihne giren ham veriler ile bir ürün olarak çıktıları arasında büyük farklar vardır ya da olabilir. Son yüzyıllardaki bilim, mantık ve düşünceler de bu inşacı ve yorumcu projenin açılımıdır.
Adına felsefe denilen son 400 yıllık düşünce tarihi farklı perspektiflerle bu ikinci bakışın değişik tezahürlerinden ibarettir. Felsefe denilen etkinliğin metodu ve anlam çerçevesi değişmiştir.
Özeti budur.