Bu kandırmacanın farkında mı acaba? Ona yardım ettiğimi söylüyor. Bana övgüler yağdırıyor. Benim böyle değersiz şeylerden nefret ettiğimi anlamıyor mu? Değersiz şeylerin tenimi tırmaladığını, uykularımı kaçırdığını bilmiyor mu? Aslında verir gibi yaparak kendisi almaya çalışanlardan biri mi o da? Ona bir şey vermeyeceğim. Saygıya saygı duyanlardan mı? Kendini değil de beni mi bulmak istiyor? Ona verecek hiçbir şeyim yok! Bir dost dinleneceği bir yer aradığında ona verilecek en iyi yer sert bir yataktır!
“Yaşamın anlamının ölümde, yalnızca ölümde olduğunu anlamıyor musunuz? Ancak her kim ölmek isterse, her kim bu yaşamda şu andan başlayarak çoktan ölmüş olursa, yaşamdan haz duyar, onun tadını çıkarır, onu tanır!”
Ali Rıza öğretmen başını otobüs camına yasladığında
Hacılar’ı da, verdiği emeği de, çocuklardan aldığı cevapları da unuttu. Aklını dolduran tek şey; nasibinin seni bir gün mutlaka bulduğuydu. Her şey insana yazılıyor diye düşündü; ama bazen ulaşmıyor. Bilmediğimiz nedenlerle dolaşıp
duruyor hayatın içinde. Bazen yanından geçiyor insan yazgısının, bazen elinden tutuyor ama bunun kaderi olduğunu anlamıyor. Tam yakalayacak gibi oluyor ama uçup gidiyor. Sonra bir gün, hiç hesapta yokken, hiç beklemezken, başka âlemlerdeki seyrini tamamlıyor senin olan şey, çıkıp geliyor ve seni buluyor. Ömer’in saati gibi...
Ali Rıza Öğretmen, biliyordu ki, günlerce başka kollarda
gezen saat zaten Örneğindi...