Ev qas têra îro heye bifikirim bi baldarî
Benim için en güç anlaşılır olanı, en yüksek olan oyun, yani hayat denen kumardır. Belki de fazla meraklıyım ve fazla mucize tutkunuyum; sürekli olarak beklenmedik olanı bekliyorum. Bildiğim ya da istediğim, benim için ancak iptal edildiğinde veya çürütüldüğünde asıl değerine kavuşuyor. Her yönün hedefinde, gizli olarak Öteki durmakta, ona ilişkin olarak sadece şaşırtıcı olacağını duyumsuyorum. Onu, kendini ansızın farklı bilsin diye biliyorum. İradem benden sapsın diye istiyorum. Bütün bunlarda, ne türden olur­sa olsun, herhangi bir sonu düşünebilmemi olanaksız kılan bir zengin­lik var. Bir son yok, çünkü her şey giderek çoğalıyor. Bana göre asıl insan, hiçbir sonu tanımayan insan, bir son olmamalı, ve bir son icat etmek de tehlikeli.
224 syf.
10/10 puan verdi
·
3 günde okudu
Her kalp atışının bir hikayesi vardı...
Bu kitap mutsuz son olduğu bile bile okudum. Kitap aşırı derecede güzeldi. Ölümleri biraz değişikti ama kitab harikaydı. En değişik bulduğum ölüm Akil'in ölümü... Ağladım, Oğuz'un ölümünde ağladım. Oğuz için çok üzüldüm çok güzel bir karakterdi. Keşke ölmeseydin Oğuz... Beni en çok ağlatan cümleler : Uyan hadi! Geldiler! Bizim için!
Yere Yakın Yıldızlara Uzak
Yere Yakın Yıldızlara UzakEmine Tavuz · Epsilon Yayınevi · 201911bin okunma
Reklam
"Siz iyisiniz, evet. Güzelsiniz bir de. Gücünüz yetiyor bir sevgiyi evirip çevirmeye. Sabahları erken kalkıyorsunuz. Az sigara içiyor, yalnız arkadaş buluşmalarında içiyorsunuz bir iki kadeh. Geç kalsanız da, mutluluk sizi bekler. Çünkü siz buna değersiniz. Akşamlarınız keyif ile yetişiyor sabaha. Umudunuz tonla, kederiniz bir avuç kadar. Bir şeyler yapıp eve yorgun dönseniz de, tertemiz uykularınız var sizin; ütülü gömlekleriniz, çiçekli etekler, takım elbiseleriniz, rüzgarlar, yağmurlarınız ve daha bir sürü şey. Ben işe yaramam. Geç kalırım her şeye; bazen kendime bile. Yangın taşırım gittiğim her yere. Yangın ile anılırım bu yüzden. Yeri değil sevinçlerimin ya da beyaz gömlek giymemin. Ben, sizlere layık değilim. Uzun yolların, ansızın ölmelerin, anıların, denizlerin en ucuzuyum ben. Çatlamış bir duvarı andırırım. Üzgünüm, bu kadarı geliyor elimden. Belki de sırf bu yüzden Ben, her gün hepinizden teker teker özür diliyorum."
68 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
3 günde okudu
Kızıl... Doktorun geçenlerde çocuk hastalıklarıyla ve kı­ zılla ilgili söylediklerini odada birinin yüksek sesle tekrar­ ladığını duyar gibi oldu ansızın: "Çocuklar bu hastalıkları yeniyor, yetişkinler ise onlara yeniliyor. " Kızıl... Ölüm... Beyninin içinde her şey iç içe geçti. Kı­ zıl - çocuk hastalığı! Bir yetişkin olarak daima çocuklara ve çocukluğa ait şeylerden dolayı acı çekmiş olması bütün yaşamının simgesi değil miydi? Ve yetişkinler bunları ço­ cuklara nazaran çok daha şiddetli geçiriyorlardı: Her şeyi bir anda nasıl müthiş bir şekilde anlıyordu! Ama ölmek - içinde pek çok şey buna başkaldırıyordu. Üç hafta önce kimsenin onu dinlemediği, onunla konuş­ madığı günlerde nasıl gönüllü giderdi, sahneden sessizce ve dikkat çekmeden nasıl seve seve inerdi! Ama şimdi? Yaşam onunla neden böyle oynuyordu? Vedayı zorlaştırmak için mi ona son saatinde cazip bir şey sunmuştu? Neden tam da şimdiydi? İnsanlarla yeniden bağ kurduğu, kimilerinin acı çekeceği, belki de ondan çok acı çekeceği bir zamanda, neden ?
Kızıl
KızılStefan Zweig · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202229bin okunma
Butun her şey ansızın bırakılabilirmi Ansızın nefes kesilse Bir bebek gibi yeni bişeyleri öğrenme merakı sardıysa bizi Ölüm Ölüm merakı bu yaşta kucuk bi cocuk gibi Meraklandım Sensizlik sevgisizlik başka neye sevk edebilirki Hayat yaşadığımız içinmi güzel ? Yoksa yaşamak içinmi güzel ? Bilmiyorum Bildiğim tek şey sensiz yaşanmaz olduğu B
Öyledir Öyle Başlar
İnsan iki yaşında da öyle başlar işte Ezgilerin karanlığına sıyrılır kucaklardan, Cıvıl cıvıl cıvıldar, mırıldar bir süre, Derken, üçüne doğru, sözler dökülür ağzından. Öyledir işte, yavaşça başlarsın anlamaya, Kapılıp bir türbinin büyük gürültüsüne, Sen misin bu, bir başkası mı yoksa, Yabancılaşmıştır evin, bir gölgedir annen de Bu zalim
Reklam
Belli bir yaştan sonra ölümden dönmüş gibi başını dik tutmaya utanıyor insan, ya da bıkıyor, daha da kötüsü en pespaye haliyle görünmek istiyor, başını en pespaye haliyle dik tutmak da olacak şey değil. İnanmıyorlar. Ben inanıyor muyum sanki? Yitirdiklerim, sevdiklerim, her şeyin etraflarında dönmesinden hoşlanan insanlar; işleri gizli, kaşları çoğu zaman çatık, tedirgin, korkak, patavatsız, neredeyse merhametsiz, kupkuru, aslında öykünmeden ibaret sözde kalan dürüstlükleriyle, işlerine gelmeyen ve fazla zahmet gerektiren azimkâr bir gerçeği, boğucu yaz günlerinin sivrisineklerini kovalar gibi sürekli kışkışlayarak yaşayan insanlar... Ne garip, insanın, tıpkı eşyalar gibi, kimseye ait olmadığı, sanki kendine inat özgürleştiği bir an var, ama yaşanmayan, sadece adsız birilerinin çok uzaklardan düşünü gördükleri bir an; gücünün çevresindeki gerilimin ansızın dağıldığı, bütün denetimlerden, bütün göz hapislerinden kurtulduğu, el değiştirmesinin artık mümkün olmadığı, unutulduğu, yitirildiği belki de ümitsizliğin boşluğunda sürüklenip başkalarıyla kaynaştığı, başkalarına evlerindeki bir bitki, yanlarındaki bir hayvan gibi muhtaç olduğunu duyduğu zaman. Fakat gerçekte öyle bir an geliyor ki, sanki her insan, birazdan yemeğe oturulacağını söylercesine öleceğini söylüyor, ama kimse ölmüyor; zaman, bunu söylememiş, kendi dahil kimseye itiraf etmemiş olmanın verdiği sanki paylaşılan gizli bir korunma güdüsünün abartılan ya da küçümsenen önemliliğinde, her şeye rağmen bütün durağanlığıyla akıp gidiyor.
Sayfa 105 - Metis Yay.Kitabı okudu
"Oğulları her gece diskolarda, et peşinde. Kız arkadaşlarını gebe bırakır, evlilik dışı çocuk sahibi olurlar ama kimse ağzını açıp bir şey söylemez. Eh, delikanlılar eğleniyorlar işte! Ben tek bir hata yaparım ve ansızın herkes nang, namus diye cıyaklamaya başlar; ömrümün sonuna kadar da başıma kakar. "
Her şey ansızın silinecek. Ne saçların kalacak ortalıkta, ne gözlerin. Yine kahredici yalnızlığıma döneceğim. Biraz daha yıkılmış, biraz daha sensiz.
Enfes acılıkta bi tokattı bu
Kölelik bu hayatın yasasıdır; başka kural da yoktur çünkü isyan etmenin de, kaçmanın da mümkün olmadığı, kayıtsız şartsız boyun eğilen yasa budur. Kimileri köle doğar, kimileri sonradan olur, kimileri ise köleleștirilir. Özgürlüğe olan korkakça sevgimiz (ansızın özgür kalsak, bu sefer de yepyeni bir sey olduğu için yadırgar, hemen kaçardık özgürlükten) köleliğin üzerimizdeki ağırlığını açıkça gösteriyor.Beni ele alalım; her șeydeki, yani kendimdeki tekdüzelikten kurtulmak uğruna bir kulübeye ya da mağaraya kaçmaya hazırım ama, kendi varlığımın bir özelliği olan tekdüzeliği gittiğim her yere taşıyacağımı bile bile, o kulübeye gitmeli miyim acaba? Var olduğum yerde, var olduğum için göğsüm sıkışırken ve bu hastalığın etrafimı saran șeylerden değil, ciğerlerimden kaynaklandığını bilirken,daha rahat nefes alabileceğim bir yer bulabilir miyim?
Reklam
Ama bugün boğazımı sıkıştıran dehşet o kadar soylu anlamları olan cinsten değil ve içimi daha çok kemiriyor. Düşünmeyi bile istememe isteği, hiçbir şey olmamış olma isteği, bedenin (ve) ruhun tüm hücrelerinin bilinçli umutsuzluğu var bunun altında. İnsan kendini, sınırsız bir hücrenin içine kapatılmış bulduğunda ansızın bastıran duygu. Nereye kaçılabilir, hücre başlı başına her şey iken?
Muhabbet
Okuyucular ve yolcular birbirlerine çok benzerler. Ancak bir yanılgıları vardır ki okudukları kitapları ya da gittikleri yerleri kendilerinin seçtiklerini zannederler. Oysa her şey bir tercihten ibaret değildir. Kalpten kalbe olan yollar ki bu yolların en güzeli muhabettir görünmez. Ansızın oluverir. Bazen bir kitap bizi bekler mesela, asırlar evvel Hakk'a göçmüş bir zât-ı muhteremin beklediği gibi. Çağırmak da denebilir buna. O hâlde kimi kitapların ve kimi insanların bizi esaslı bir muhabbete çağırdığını söyleyebiliriz. Hasan Şahin Aktaş
Ansızın bir tıkırtı takılıyor kulaklarıma. Hülyaların bulandırdığı zihnimin gerçeklerinden, hayatın tekdüzeleşen kabullerine sığınmaya çabalıyorum bir süre bakışlarımla. Hafifçe doğruluyor, hemen sonra üstümdeki halsizlikten olacak yavaşça, birkaç adım karşımda bulunan duvarın zamanla kabarmış ve dökülmüş boyalarının üzerindeki büyükçe siyah bir
Ben de, ben de bu bahçe gibi çürüyeceğim;" dedi; "günün birin- de farkına varmaksızın ben de ansızın bir tabaka kuru yaprak yığını altında görülmez olacağım! Bir gün, mevsim ne çabuk geçti der gibi gençliğim de çabuk geçti, gitti diyeceğim! Ve her şey olup bitecek! Evet! Her şey olup bitecek, fakat bu bahçe, kim bilir daha kaç defa dirilecek, kaç defa gençleşip pişecek, serilip serpilecek!"
Resim