Hepimizin bir kişiliği var. Peki gerçekten bir kişilikten mi oluşuruz?
Kitabın konusu çok orijinal, başladığımda belki bu tür bir konu ile ilk kez karşılaşmış olmamdan kaynaklı, büyük bir şaşkınlık yaşadım.
Sandığımız kişi, sanmadığımız kişi, sandıkları kişi... Hepsi bir kişi mi, yoksa her birimiz birçok kişi miyiz? Herkes bizi, bizim
Yeraltından notlar, insanın iç dünyasına ulaşan bir eser. Dostoyevski’nin bundan bir önceki eseri olan “Suç Ve Ceza” insanın ruhen ve davranışsal olarak yansımalarına yer vermesinden sonra bu eserinde yine insanlığı kaleme alarak onlara asla yaranılamayacağını, nankör bir varlık olmaktan kendini geri alamayacağını ve daha da önemlisi bu şekilde
Bu yüzyılın insanlarını en iyi tanımlayan cümleye yer veren kitap; “Biz tarihin ortanca çocuklarıyız.”
Her şey bu noktaya kadar biz henüz doğmadan gelişti ve bu karanlığın ortasına doğduk. Dünyada kahraman sayısı giderek azalmakta çünkü bu karanlığı alt edebilecek güçte olmak çok zor. Başta hepimizin hedefi sabit oluyor, kendimize ait bir yuva
~ Evet, bir alçaksın ; bir alçak için de kendisinin gerçek bir alçak olduğunu hissetmek bir tesellidir. / 16
~ İnsanoğlunun çıkarlarının gerçek bir dökümü yapılmış mıdır? Yalnızca herhangi bir sınıflandırmaya değil, hiçbir sınıflandırmaya girmeyenleri yok mudur bu çıkarların? / 29
~ Doğru, aptaldır insanoğlu, hem de inanılmaz derecede... Yani
Sadece, kendinizi aptal gibi hissetmekle ilgili algınızı çok büyüttüğünüzü ve kendinizi kötü olarak değerlendirmenizin uygunsuz ve gereksiz olduğunu söylüyorum.
Bir taraftan yazarının yeteneğine ve hayal gücüne hayran olduğunuz, diğer taraftan çok sıkılıp bir an önce bitirmek için can attığınız bir kitap oldu mu hiç? Beni işte böyle bir çelişkiye sürükleyen az sayıdaki romandan biri “Beyaz Gürültü”.
İki önemli sebebi var: İlki, ben postmodern edebiyatla zaten pek iyi anlaşamıyorum -çünkü hakettiği
“Genç Werther’in Acıları”nı yıllar önce okumuş, ama hakkında herhangi bir inceleme yazmamıştım. Thomas Mann’ın “Lotte Weimar’da” isimli romanını okumaya karar vermiştim aslında; ama romanın dayandığı ana kahramanın Genç Werther’in aşkı Charlotte olduğunu öğrenince Goethe’nin bu şahane eserini tekrar okumak, hatırlamak, hissetmek istedim.
Çaresiz
Öğrendiğim bir şey varsa o da, özgürlüğün ve bağımsızlığın, başkalarından (genelde toplumdan, ya da erkeklerden) alınamayacağı, sadece, yoğun emekler sonucu içeriden geliştirilebileceğidir. Buna ulaşmak için, kendimizi emniyette hissetmek amacıyla kelepçe gibi kullandığımız her türlü bağımlılıktan vazgeçmek zorundayız. Yine de bu alışveriş o kadar tehlikeli değil. Kendine inanan kadın, yetenekleri dışındaki şeylere ilişkin boş hayallerle kendini aptal yerine koymak zorunda değil. Aynı zamanda, usta ve hazırlıklı olduğu işlerle karşılaşınca geri de çekilmeyecektir. Böyle bir kadın gerçekçidir, ayakları yere basar, kendini sever. Sonunda, başkalarını sevmekte de özgürdür, çünkü kendini sevmektedir.
Bütün bunlar, Özgürlüğe uyanan kadının bir Özelliğidir.