İşte böyle… İnsan acıyı tattıkça sevecenliği daha çok arar… Ama köhnemiş erdemlerimizin duvarları arasına sıkışan, birbirimize tepeden bakan bizler bunu anlayamıyoruz. Çok ahmakça, çok acı sonuçlar doğuruyor bu anlayışsızlık. Diyoruz ki, düşkün insanlar!.. Ne demektir bu?.. Onlar da bizler gibi aynı kemikten, aynı kandan, aynı etten ve sinirden yapılmışlardır. Her şeyden önce insandırlar… Yüzyıllardır işitip dururuz bu “düşkün insanlar” sözünü. Ne saçma şey! Asıl düşkünler bizleriz! Hem de adamakıllı düşkün!.. Kendini beğenmişliğin, mutsuz insanlara tepeden bakmanın uçurumuna düşmüşüz… O insanlar ki tek eksikleri bizden daha az kurnaz olmaları ve kendilerine iyi insan süsü vermeyi daha az becerebilmeleridir… Neyse… Bırakalım bunları… Bu sözler o kadar çok söylendi ki, insan bir daha tekrarlamaya utanıyor!..
Sayfa 197Kitabı okudu
Doktor ve hastası
( LÜTFEN OKUYUN!!!) Kanser Hastanesi'nde baş hekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen , bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı . Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına alındım. Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın
Sayfa 25
Reklam
Geçenlerde Deniz Gökçe o güzelim Alis Harikalar Diyarında masalının gerçek hikâyesini yazdı. Meğer kitabın yazarı aslında 19. yüzyılda yaşamış bir İngiliz matematikçisiymiş. Küçük kızlara ilgi duyan bir sapıkmış. Çalıştığı üniversitenin dekanının küçük kızına tutulmuş ve onu üniversitenin gölünde sandal gezilerine çıkararak hikâyeler anlatmaya başlamış. İşte Alis'in Harikalar Diyarındaki masalları bu hikâyelerden çıkmış. Işin sonu daha da korkunç: Alis yaşı ilerleyip genç kız olunca, bizim profesörün sapıklığının farkına varmış ve intihar etmiş. Şimdi çocuklarımıza ballandırarak anlattığımız masal, işte böyle bir tarihçeye dayanıyormuş.
Eğer sana gerekliyse, git yüreğini iste. Kendi eliyle koparır verirdi. Yeter ki sen hoşnut ol! İşte böyle bir delikanlıydı o...
Toprağın sarsıntısı denizin fırtınasına benzemiyor, büsbütün ayrı bir şey; denizde her zaman müteyakkız bulunuyoruz; deniz, biliyoruz ki insanoğlu için güvenilecek bir unsur değildir. Onu başından düşman olarak aldığımız için su bizde mukavemet, müdafaa ve zafer sevkitabii ve ihtiyaçlarını uyandırıyor… Hâlbuki toprak böyle değil; o insanlığın en güvendiği unsurdur. Saadetini, refahını, emniyetini ona bağlamıştır. Onu her zaman itaatli, müşfik veyahut hiç olmazsa lâkayt ve sakin görmeğe alışmışızdır. Toprağın sarsılması işte bu emniyetin yıkılmasıdır ve bir dost tarafından hançerlenmeğe benzeyen vahim bir hâli vardır. Onun için denizden gelen tehlike karşısında atik ve cesaretli kesilen insan, topraktan gelen tehlike karşısında maneviyatını kaybetmiş bir sürü şekline giriyor.
Sayfa 90 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Hahahahahah, tehlikeli bu osuruklar
"Onların inancı bu. Liderlerimiz istisnasız, bu kil gezegen üzerindeki hayatımızın bir deney olduğuna inanıyor. Sanki sonsuzluğa giriş sınavı. Onların asıl ilgi duydukları, öbür hayat. Tanrı'yla karşılıklı oturup hikâyeler anlatacakları, Cennet Oteli'nin lobisinde keyif çatacakları bir hayat. İşte bu yüzden o kadar tehlikeli bu osuruklar. Dürüstlük taslayan kasıntı tipler bunlar. Bir düğmeye basıp dünyayı ateşe verseler, dünyanın kaderi böyleymiş derler. Dünya bunu hak etti, derler. Yok günahtı, yok ahlaksızlıktı... bu yüzden oldu, derler. Çoğu da için için ister bunu. İçimizde bizim gibi doğaya uyum sağlamış, rahat olanları tavada kızartmak, sonra da kendi ödüllerini tahsil etmek için. İnsanların böyle korkması boşuna değil. Çoğu göstermiyor ama korkuyorlar. ..."
Sayfa 334 - Ayrıntı Yayınları, 40. basım
Reklam
280 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.