Kısacası, 'Bunu da biz ürettik' diyebileceğimiz hiçbir şeyimiz yok! Yurdumuza her şey dışardan ithal ediliyor. Hem de nasıl? Ateş pahasına değil mi? Bu eşyalar çok pahalıya mâl olduğundan, bedellerini peşin ödeyemiyoruz. Yabancı mallarım ancak taksitle satın alabiliyoruz. Bunun sonucunda da bu eşyaların fiyatları da kat kat yükseliyor. Ama biz gene yersiz ve abartılı övünmelere devam ediyoruz: 'Bizim ülkemiz dünyanın en zengin ülkelerinden biridir' diyoruz. Buna karşın insanlarımızın nasıl bir hayat yaşadıklarına dikkatle bakın!.. Düşünün ki, yüz milyonlarca insan ve koskoca bir millet eğitimin nimetlerinden tamamen mahrum ve yoksun bir durumdadır. Yüz milyonluk bir ulusu oluşturan insanlar, yeni doğmuş köpek yavruları gibi, gözlerinin açılmasını bekliyor. Bütün bir millet hâlâ kördür. Kör doğan köpek yavrularının gözleri bile bir iki hafta sonra açılır. Halbuki, Rus milletinin gözü; yüz, beş yüz, belki de bin yıldan beri açılmamıştır. Bu gerçeği düşünmek bile insanın içine ürperti veriyor.
Okullarda çocuklara doğru dürüst bir eğitim vermiyorlar. Hayatı anlamanın metodunu öğretmiyorlar; insanların ruhlarında gizlenmiş olan duyguları uyandırmıyorlar. Milyonlarca insanımızın beyinleri, işlenmemiş çorak topraklar gibi duruyor, hiçbir meyve vermiyor.
Reklam
"Zaten bu Matematikçiler biraz anormal insanlardır; akıl ve zihinleri karmakarışıktır. Onlar hayatı da anlamamışlardır. Raçinski denilen adam da bunlardan birisidir. Büyük zannettiğimiz bu profesör de, büsbütün aklını yitirmiş görünüyor,"
İdealizmin uçukluk diyerek hafife alındığı çağımızda, bu kitabın hikâyesi de belki uçuk bulunacaktır. Fakat tam da bu noktada, ben Nietzsche'nin 'Erdem nedir?' tartışmasında, Hegel'e verdiği cevabı hatırlıyorum. Hegel, erdem için "geçmişte yaşayan insanların şu anda yaşayan insanların önüne koydukları ödev ve yükümlülükleri yerine getirmek" tarifini yaptığında, Nietzsche'nin cevabı şu olmuştur: "Erdem, geçmişte yaşayan insanların şu anda yaşayan insanların önüne getirip koydukları bağlardan kurtulabilmek ve bağımsız olabilmektir."
+667
Remzi Oğuz Arık, (1899 – 1954) "ideal" kelimesinin anlamını açıklamaktan ziyade, bireylerde ve toplumlarda ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını anlatır. Ona göre ideal, "bir topluluğun kaderi önünde fışkıran ilk ıstıraptan" doğmuş-tur. İnsan, içinde yaşadığı toplumun acı, ıstırap ve felâketleri karşısında kaldığı zaman kendisini unutur, kendi kaderini toplumun kaderine katar ve onun adına acı çekmeye veya sevinç duymaya başlarsa onda ideal filizlenmeye başlamış demektir. İdeal, böyle durumlarda başkalarıyla, toplumla bütünleşme ve kaynaşma bilincinin insanda uyanmasıdır. Başkaların ıstırabı karşısında uyanan bu bilinç, derhal sebep sormaya, çare aramaya başlar ve buluncaya kadar didinmeye devam eder. İçinde bu bilincin uyandığı kimseye de idealist denir. Bir idealist için artık "compromise (taviz, uzlaşma) yoktur.
Sayfa 53
Burada hakkın ve adaletin sesinin sağır duvarlara çarptığını anladı.
Reklam
1,000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.