Fatma Ankara Hastahanesinde çalışıyor. Trabzonun Kütkü köyünden gelmiş. Ufacık tefecik daha.
«Yaşını biliyor musun?» diyorum. «On dört» diyor.
«Peki ama on dört yaşında almazlardı seni buraya, nasıl oldu?»
«Babam on sekize çıkarttı.>>
Yaşı on dörttür ama, bırakmamışız on dörtte. Çalışıp para kazanmak için dört yılı bir günde yaşayıp on sekize basıvermiş kızcağız. Sararıp solmuş ekmek uğruna. Babasının kör isteği uğruna, ayakta kalabilme uğruna kızlığından önce çocukluğunu, saflığını, tombulluğunu vermiş. Körpe bedeninin gelişmesine setler çekilmiş Fatma'nın. Bir ak önlük beribenzer. Bir ak örtü başına. Bir elinde su leğeni, bir elinde fay kutusu. Odalar, odalar. Musluklar, banyolar, pencere camları, kapı kolları, etajerler... Sonra gelsin yemek tepsileri, toplansın yemek kapları.. Silmeye, taşımaya, getirmeye - götürmeye: FATMA. Saffet Hanımlar, Saynur Hanımlar da hemşire ya da hemşire adayıdırlar sözgelimi. Hemşire adaylara söylenir görevi gereği:
«Etajerlere bakın, toz toprak varsa sildirin...» Her biri bir odaya girer adayların. Etajerlerin gözlerini takırtıyla çekip, ondan sonra bağırırlar: «Fatma!»
Fatma günde on yedi saat çalışıyor. Kaytarma bilmediği gibi dinlenme de bilmiyor. Çok çalıştığını, bu yaşta dinlenmeye ihtiyacı olduğunu söylediğinizde darılır. Kendisine en kötü telkini yaptığınızı düşünür. «Çalışmayacam da işim ne burada?» der. Sorarsanız, aydan günden, okumadan yazmadan olduğu kadar, saatten dakikadan da haberi olmamıştır. Haktan hürriyetten hiç olmayacak bu gidişle. Fatma okulsuz, Fatma sağlıksız, sapsarı. Fatma kendinin farkında değil.