Ölümle boğuşmuştum. Aklınıza hayalinize gelebilecek en
heyecansız maçtır bu. Ayağının altında hiçbir şeyin olmadığı, çevrede hiçbir şeyin bulunmadığı, seyircisiz, tezahürat-
sız, şansız şöhretsiz, büyük bir zafer arzusundan yoksun,
büyük bir yenilgi korkusundan yoksun, elle tutulmaz bir
griliğin içinde; donuk bir kuşkuculuğun mide bulandırıcı
atmosferinde, kendi haklarına pek inanmadığın, rakibinin
haklarına daha da az inandığın bir yerde.
Üstünde ya da
altında hiçbir şey yoktu - bunu biliyordum. Kendini yer-
yüzünden bir tekmede çekip koparmıştı. Kahrolası herif!
Yeryüzünün ta kendisini tekmesiyle paramparça etmişti.
Tek başınaydı - ben de karşısında toprağın üzerinde mi
dikildiğimi, yoksa havada mı süzüldüğümü bilmiyordum.
Anlatılmaktan ziyade kederli ünlemlerle ima edilen, yarım kalmış cümlelerde omuz silkişlerle
tamamlanan, sondaki derin iç çekmelerle akla getirilen bu
hayret uyandırıcı masala dair hiçbir iz yoktu doğada.
"Kaideler bir işe yaramaz. Mal, mülk, kıyafet, süslü paçavralar -ilk güçlü sarsıntıda uçup giden paçavralar. Hayır; ihtiyacınız olan şey kuvvetli bir inanç."