İnandığı bir dava uğruna hapse girmek, acılar çekmek, onu mutlu ediyor, inançlarına olan bağlılığını artırıyordu. Çektiği acılar, inançlarının üzerinde en küçük bir çizik bile oluşturmuyordu. Çektiği acılardan dolayı inançlarından vazgeçmesi olanaksızdı, kişiliği bu inançlarla bütünleşmişti. İnançlarından vazgeçmek, kendinden vazgeçmek, yok olmak anlamına gelecekti. Varolabilmek için kutsal bir şeylere gereksinimi olan insanlardandı o.
Kendi kişiliğiyle bütünleştirebileceği bir inanç, uğrunda acı çekeceği bir ideal olmadığı zaman kendini değersiz, amaçsız ve güçsüz buluyor, kendinden neredeyse iğreniyordu. Yaşayabilmesi için bir kutsallığın kölesi olması, hem de onun uğrunda acı çekmesi gerekiyordu. İçindeki yaşam isteğini harekete getirecek, onu ortaya çıkaracak iradesi ve gücü yoktu. Fünyesi olmayan bir bomba gibiydi; inançları onun fünyesi oluyor, tembelliğini parçalayarak derinlere saklanmış olan gücünü ortaya çıkarıyordu.
Ona emirler veren, onu yöneten bir kutsal inanç olmadı mı, harekete geçemiyor, kendine güvenemiyor, yaşayamıyordu. İradesi ve tutkusu yoktu, bir başka gücün iradesine ve gücüne muhtaçtı. Bir yere gitmek istiyordu, ama tek başına nereye gitmek istediğini bilmiyordu. Karar veremeyecek kadar da tembeldi. İnançları ise onu alıp bir hedefe doğru götürüyordu, tek istediği de alınıp götürülmekti zaten. Her yere, her şeye gitmeye hazırdı, hiçbir şeyden kaçınmazdı, yeter ki onu alıp götürecek bir inanç olsun.