Her birimiz eski bir yaşamın tekerrürüyüz. Yaşam, kendisini doğum aracılığıyla kurabildiği için daima bir tekerrürdür. Herhangi bir kökenin olması mümkün değildir; yaşam daima bir önceki yaşamın yeni bir halidir. Bu sebeple de canlıların kökeni üzerine tartışmalar aporetik ve paradoksaldır. Her yaşam, bir tekrar olduğundan geçmişle muğlak bir ilişki içindedir. Geçmişin hem sembolüdür hem de onun içindekileri kapsar. Geçmişi kendi içinde barındırır ve onun bedenlenmiş ifadesidir. Fakat bu ifadedeki geçmiş yalnızca hafıza ve hatıra anlamına gelmez, farkı bir yere taşınmış, yeniden inşa edilmiş, keyfi olarak biçim değiş tirmiş bir geçmişten söz ediyoruz burada. Aynı sebeple, tüm yaşamın sembolik bir mahiyeti vardır. Kaldı ki bu, sözlü dilin ortaya çıkışından önce de böyleydi: Her yaşam, kendi bedeni içinde, hâlihazırda dildir. Anatomik ve fizyolojik formları, gösterge statüsüne sahip bir şeye dönüştüren ise doğumdur.
Sayfa 15
Dil - düşünce - mantık
Düşünce gibi dilin yaptığı da insan zekasının şeyler arasında tesis ettiği mantık bağını kurmaktır.
Sayfa 84 - Bilge kültür sanat
Reklam
Dillerin Kökeni Üzerine Deneme
Yazılı bir dilin, yalnızca konuşulan bir dilin canlılığını uzun süre muhafaza etmesi olanaksızdır. Doğal sesleri değil, insani sesleri yazarız. Oysa vurguya önem ve ren bir dilde, dilin enerjisinin çok daha büyük bir bölümünde doğal sesler, vurgular, her türden tonlama ortaya çıkarır ve sıradan bir cümleyi, kullanıldığı yere özgü kılar. Bunların yerine kullandığımız araçlarsa yazı dilini genişletip uzatır ve kitapları söyleme dönüştürmek, sözleri zayıflatır. Her şeyi yazarmış gibi dile getirerek aslında konuşurken okumaktan başka bir şey yapmıyoruz.
Kuzey dilleri ise, sert, kulak tırmalayıcı, eklemlenmiş, cırtlak, tekdüze, iyi bir kuruluştan çok sözcükler yardımıyla anlaşılır olmak zorundaydı. Yüz kez birbirine karışıp yeniden ayrılan modern diller, bu farklılıklardan bazılarını hala korumaktadır: Fransızca, İngilizce, Almanca yardımlaşan, kendi aralarında soğukkanlılıkla akıl yürüten insanların ya da kızan, öfkeli insanların özel dilidir; ama tanrıların kutsal gizleri bildiren elçileri, halklara yasalar koyan bilgeler. kitleleri sürükleyen liderler, Arapça ya da Farsça konuşmak zorundadırlar. Bizim dillerimiz, yazılı olarak sözlü olarak olduğundan daha değerlidir ve bizi okurken bizi dinlerken olduğundan daha çok zevk alınır. Tersine, yazılı Doğu dilleri canlılıklarını ve sıcaklıklarını kaybetmektedirler. Sözcükler anlamlarının ancak yarısını verirler, dilin bütün gücü vurgulardadır; Doğuluların dehasını kitaplarıyla yargılamak, bir insanı cesedine bakarak tasvir etmek gibidir.
Konuşurken hislerimizi, yazarken ise fikirlerimizi dile getiririz. Yazarken, tüm sözcükleri ortak kabul çerçevesinde kullanmak zorundayız; ama konuşan kişi, ortak kabulleri tonlarla çeşitlendirir, onları hoşuna gittiği gibi belirler; açık olmak için daha az kaygılandığında, daha fazlasını güce ayırır ve yazılan bir dilin yalnızca konuşulan bir dilin canlılığını uzun süre koruması mümkün değildir.
Şeyler zihne, başlangıçta reel olanın karmaşıklığı içinde görünür; soyutlama, ilk insanların bilmediği bir şeydir. Dil, analiz yapmanın ruhta parladığı ve topyekûn bir görüyü muhtelif unsurlarına teşrih etmeyi denediği sırada tezahür eder. Örneğin, karla kaplı bir ovada dörtnala giden bir atı gören biri, önce ayrışmamış bir imge/imaj oluşturur: Koşu ve at, tek bir şey yapar; kar ve beyazlık da birbirinden ayrılamaz. Fakat dil vasıtasıyla, koşma fiili koşan varlıktan, renk de renkli bir şeyden ayırt edilir. Bu ikili unsurların her biri, tek bir kelimede sabitlenmiş olacaktır ve kelime de böylece ideanm bütünlüğünün bir parçasını belirtecektir.
Reklam
Böylece dilin insan ruhundan dışarıya çıkıp tezahür ettiği an, zekânın tecellisinde bir çağın başlangıcıdır; görülerin değişerek idealar hâlini aldığı bir andır.
Bir dil ne kadar eskiyse dişil ve eril çekimler onda o kadar belirgindir; hiçbir şey bunu, bizim için açıklanamaz kalan ve ilk halkları cansız şeyler de dâhil olmak üzere bütün varlıklara bir cinsiyet tahsis etmeye götüren eğilimden daha iyi kanıtlamaz. Çağımızda şekillenmiş bir dil, erkeğin ya da kadının söz konusu olduğu hâller dışında cinsi silecek ve hatta artık onun üzerinde bile durmayacaktır: Bu bakımdan İngilizce en üst basitleştirme seviyesine ulaşmıştır.
Herkesin eseri gibi görünen şey, aslında herkesin akıllı ruhunun/tininin onda kişiselleştiği az sayıdaki kişinin eseridir.
Kendiliğinden eser, kalabalıkların eseridir, çünkü onda herkesin hisleri ifade edilir; ama bu hislere bir birey tercüman olur.
63 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.