Hani gerçek yaşamdan alınıyordu filmler, niye gerçek yaşam filmlere benzemiyor?
Her gün milimi milimine aynı yaşamı sürerken insan, desenlerine nasıl değişiklik getirsin? Bir kuş kanadı ekleyemez, uçmayı bilmiyor, yepyeni bir çiçek çizemez, eskilerini bile unuttu, bir gökyüzü? Eskiden varmış öyle şeyler.
Reklam
Sen hep savunma durumundasın, kim oldukları bile belli olmayan birilerinin, seni ezmek için ant içtiklerini düşünüyor ve hep tetikte tutuyorsun kendini.
Ama ben olmak ne? Ben olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmeden ben olunamıyor.
Evlilik bir katlanmadır aslında, diye düşündü; sevgiyle istekle katlanma. Evlilik ikiye katlanma, üçe katlanma, evlilik bir çoğalmadır aslında.
Başkaları adına sevinmekten de korumaktan da; o, onlar adına sevinip korkarken onların başka sevinçler, başka korkular aramalarından, üstelik bulmalarından da bıktı artık.
Reklam
Varılacak gibi ama epeyce uzak; ulaşılmayacak gibi ama yakın. Zaten varmayı da pek düşünmüyor, belki de istemiyor; çünkü varış, bir inişi üretecek kendiliğinden, asıl istediği çıkmak.
Feyza Hepçilingirler: "...dilin kan gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Nasıl ki vücudu diri tutan kansa ve vücuttaki herhangi bir hastalık belirtisi, kan tahlili ile anlaşılabiliyorsa, bizim de dilimiz, Türkiye bünyesini ayakta tutan bir çeşit kandır. Ve eğer kan kirlenmiş ise bünyede mutlaka bir hastalık var demektir. Bu kanın bulaştığı her yer, bu hastalığa açıktır."
Her türlü değeri büyük bir hızla eskitiyoruz ya, kavramlarımız da nasibini alıyor bundan.
"Döl makineleri. Adi döl makineleri! Hepinize adisiniz!"
Başkaları, birileri böyle yapıyor. Sizin yeriniz burası, diyorlar. Burada sürdüreceksiniz yaşamınızı; doğuracak, doğurtacak; öldürmek ve öldürülmek üzere yeni döller süreceksiniz dünyaya. Onlar ölünce yenilerini üreteceksiniz. Döl makineleri. Adi döl makineleri! Hepinize adisiniz!
Sayfa 129 - Everest YayınlarıKitabı okudu
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.