Havanın yüzünde bir kırlangıç sürüsü
Ve yabanıl ak atlar doludizgin
Bu sabah, bu sabah öylesine güzel ki
Bu sabah yağmur yağacak
Bu sabah gün açacak
Bu sabah tekmil tornurcuklar patlayacak
Bahar patlayacak
Köpükler, bulutlar patlayacak
Özlemierin en güzeli, tozlu bir özlem
Topraktan yeni çıkarılmış
Üç bin yıllık yunan şarabı
Atların kara
Sular durulmayacak biliyorum bu yerde
Beni bekleyen hayal ölümden az ilerde
Derdimde hangi çığlık biriktiyse, söyledim
Sevda denen ateşi tende pinhan eyledim
Ne geçtiğim topraklar benimle bakar sana
Ne de yokluktan sızan zehir karışır kana
Korkma, karanlığın da bir gün yüreği sızlar
Gelmesem de, ruhumdan sana gelir yıldızlar
Ölümle boğuşmuştum. Aklınıza hayalinize gelebilecek en
heyecansız maçtır bu. Ayağının altında hiçbir şeyin olmadığı, çevrede hiçbir şeyin bulunmadığı, seyircisiz, tezahürat-
sız, şansız şöhretsiz, büyük bir zafer arzusundan yoksun,
büyük bir yenilgi korkusundan yoksun, elle tutulmaz bir
griliğin içinde; donuk bir kuşkuculuğun mide bulandırıcı
atmosferinde, kendi haklarına pek inanmadığın, rakibinin
haklarına daha da az inandığın bir yerde.
Üstünde ya da
altında hiçbir şey yoktu - bunu biliyordum. Kendini yer-
yüzünden bir tekmede çekip koparmıştı. Kahrolası herif!
Yeryüzünün ta kendisini tekmesiyle paramparça etmişti.
Tek başınaydı - ben de karşısında toprağın üzerinde mi
dikildiğimi, yoksa havada mı süzüldüğümü bilmiyordum.
Anlatılmaktan ziyade kederli ünlemlerle ima edilen, yarım kalmış cümlelerde omuz silkişlerle
tamamlanan, sondaki derin iç çekmelerle akla getirilen bu
hayret uyandırıcı masala dair hiçbir iz yoktu doğada.
"Kaideler bir işe yaramaz. Mal, mülk, kıyafet, süslü paçavralar -ilk güçlü sarsıntıda uçup giden paçavralar. Hayır; ihtiyacınız olan şey kuvvetli bir inanç."