"Hiç anlayamıyorum Bürger'in başına gelenin (doğum ve ölüm tarihleri ansiklopedide) ne diye beni bu kadar dertlendirdiğini, orada, ovaların kentlerinden birinde, tek kıyısı olan ırmağın yanı başında, çamların değil de palmiyelerin boy attığı. Bütün öteki insanlar gibi, yalan söyledi ve yalanlar işitti, ihanet etti ve ihanet edildi, sık sık aşk acıları çekti, ve uykusuz bir gecenin ardından kışın hüzünlü camlarını gördü gün ağarırken, ama yaraştı Shakespeare'in yüce sesine (başka seslerin de duyulduğu) ve Silezyalı Angelus'un sesine, ve yapmacık bir umursamazlıkla bir dize döktürdü o günlerde başkalarının yaptığı tarzda. Biliyordu şimdinin geçmişin uçup giden bir parçacığından başka bir şey olmadığını ve hepimizin unutuluştan, Spinoza'nın çıkarımları ya da dehşetin mucizeleri kadar yararsız bilgelikten ibaret olduğunu. Durgun ırmağın kıyısındaki kentte, bir tanrının ölümünden iki bin yıl kadar sonra (sözünü ettiğim öykü eski çağlardan), Bürger yalnız ve şu sıra, tam şu sıra, birkaç dize döktürüyor."
Sayfa 81 - Can Yayınları, Çeviren: Celal Üster, 1. Basım: Ağustos 2017, İstanbulKitabı okudu
Zeus'un oturduğu yer, başı bulutlarla kaplı Olympos zirveleridir. Başlangıçta, bulut toplayıcı ve gürleyici olarak tek başına oturuyordu, öteki tanrılar başka yerde kalıyorlardı: Hera Argos'ta, Aphrodite Paphos'ta, Athena Erektheus'un sarayında; fakat şimdi bir tek göksel kentte bir araya toplanmışlardır - Zeus ortadaki sarayda, ötekilerse Hephaistos'un kendileri için yaptığı, çevredeki konaklarda oturmaktadırlar. Zeus'un üstünlüğü, günlük yaşamda çoğu kez karşı çıkılırsa da yine de tanınır. Astlarını toplantıya çağırır, bu toplantılarda insanoğlunun işleri tartışılır; onları et, şarap ve müzikle ağırlar. Bu tanrılar bencildir, vicdansızdır, tutkuludur, duyuların verdiği bütün hazlara şiddetle bağlıdırlar. Kendilerine tapanlardan bir tek şeyle ayrılırlar - hiçbir zaman ölmezler; bu ayrıcalık konusunda da son derece kıskançtırlar. Ölümlüler kendi ölümlü durumlarının üstünde bir şeye göz dikmemelidirler, yoksa yıldırımla çarpılırlar. Sıradan halkın başkanları karşısında durumları neyse, başkanların da tanrıları karşısındaki durumları odur.
Reklam
"Her şeyden öylesine uzak olan bu küçük kentte tek başına yürüyordu. Her şeyden ve kendinden öylesine uzak. Hayır, bu hiç mümkün değildi. Bir köpeğin ve herkesin karşısında ağlamak. Mutlu olmak istiyordu. Mutlu olmaya hakkı vardı. Hak ettiği bu değildi."
Sayfa 70 - İthaki Yayınları, 2. Baskı
Kentte yalnızlık içinde boğulan insan, dağlarda "yalnızlık" içinde âdeta bir coşkuyu yaşar. Dolayısıyla dağdaki insan kentteki gibi "tek başına" değildir.
" Rilke 'müzisyen kadına' şunları yazar: Kentte, geceleyin kasırga koptuğunda korkarım, biliyor musun? Oysa insan, bu kasırga doğanın bir elementi olmaktan duyduğu gururla bizi görmez bile, diye düşünür değil mi? Ama kasırga, kırda tek başına duran bir evi görür, güçlü kollarının arasına alır, onu dayanıklı kılar ve insan orada, dışarıda, uğuldayan bahçenin ortasında olmak ister, hiç olmazsa pencerenin önünde dikilir ve peygamberlerin ruhunu gövdelerinde taşıyormuşçasına sal­lanan bu yaşlı, öfkeli ağaçların dediğini onaylar. Fırtına gürlüyor, ağaçları eğip büküyor; evde barınan Rilke ise dışarıda olmak istiyor, rüzgar ve yağmurun tadını çıkarmak için değil, düşleme peşinde koşmak için. (...) Kasırganın bilgeliğine, şimşeğin keskin görüşlülüğüne, öfkeden çıldırmış bile olsalar yine de insanın evini gören ve onu korumak için anlaşan doğanın tüm ele­mentlerine güveniyor. "
Sayfa 73
insan bazen şu tek başına duran eşyalardan bile yalnız olabilir
Reklam
92 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.