Bir gün içimde samimi duygularla sanki yokmuşum gibi yürümek istemiştim. Tarihte kendinden haberi olmayan biri olup olmadığını düşünüyorum. Biri hiç kendini keşfetmeden birazcık bile kurcalamadan geberip gitmiş olabilir belki. Tarih bu nihai olarak. İçinde her türlü saçmalık var. Ayaklarım uyuşuyor. Küçük adımlar atıyorum iler geri. Bazen aklıma gelen fikirlere ricalarda bulunuyorum. Siz beni kapının önünde bekleyin lütfen, ben sizi çıkarken tekrar alıp aklıma koyacağım. Kabul ediyorlar. Bu tuhaf. Sıkıntılar bile karşılık bekliyor. Bir anlaşılmak isteği almış gidiyor bu duvarlarda. Kimse beni anlamıyor, kimse beni anlamıyor. Sanırım, bu bir tür kibre varıyor sonunda ve duvarlar herkesten farklı olduklarını ilan edip hemen üstünlüğe ve vurdumduymazlığa salıyorlar kendilerini. Sertleşiyorlar. İkircikli bir yapı zannediyorum. Riyakârlıklarını mütevaziliğe iltica ettiriyorlar zorla. Ellerinde kılıçlar. Çığlıklar eşliğinde zapt ediyorlar. Beceremiyorum, diyemiyor da. Bir kanca yırtıyor boynumu.
Olsa olsa bir ucubeyim veya bir şekilde peşimde gezinen bir ucubenin renkleriyim. Daha kendime doğru okuyuşlarımı tamamlamadım. Kıpırdamadığımda içimi saran bir his, ters yüz edilen fikirlerimi kıvılcımlara dönüştürüyor. Burada sırf varım diye yürüyorum ve aklımda bir şey yok. Evet, bomboş bir akış bu. Bir yaşam sayılamaz belki, fakat hapsolduğum yerleri incelikle bırakmalıyım gibi hissediyorum. Yine de burada olan bunca yangını açıklayamıyorum. Yağmurlar bir ferahlık vermiyor veya üç beş dakikalık molalar, uzun yürüyüşler. Burası büyük ve çok fazla yer var. Hepsi çorak, hepsi var ve bir şekilde burada durmak istiyorum. İncecik bir hissiyat dolandırıyor beni. Gideceğim bir yer yok burada. Gözlerim artık seçmek istemiyor. Etraf, dumanlı bir güzellikten ibaret. Belirsizliğin gizemli çekiciliği falan değil bu. Böyle şeyler yalnızca abartı olur. Ben abartıyorum. Uzunluğu, kısalığı, açlığı, tokluğu ve tüm o hayvani istekleri. Bir günlüğün içinde, detayın en girift çıkıntısından yırtınıyorum ama hiçbir şey olduğu yok
Reklam
Yumuşak ve hafif bir nefret. Sanırım kendime duyduğum his bu. Burada düşünüyorum. Merhaba demenin zorluğunu falan anlatmaya çalışmayacağım. Çocukken çektiğim zırvaların da bir anlamı yok. Yani normal bir çocukluk geçiren yoktur ki. Evet, benimde salakça orada oturup gizlendiğim bir çocukluğum oldu. Sakince bekleyen çocuklar da vardır pekâlâ veya kapıyı vurup giden çocuklar, zengin çocuklar, yalnız çocuklar. Hepsi bok gibi, bunu saklamaya gerek yok. Bir öfke duyuyorsam kendime karşı bunun için birini suçlamama gerek yok. Gün geçtikçe hınçla kendimden uzaklaşmak canımı sıkıyor, fakat anlaşılamayacak bir çelişki değil bu. Sakince küçük bir taburede oturarak hayatımı devam ettiremez miyim? Hayır. Çünkü bunu hak etmiyorum.
Bekliyorum. Eskiden daha çok beklerdim şimdi sadece teoride kibarlık yapıyorum. Bir cümle kurmayı planlıyorum son zamanlarda. Takibini bıraktığım ruhumun varlığını test etmek için. O cümlede asla bir zaman belirtisi olmamalı mesela ve ben sürekli ileri geri sallanıp durmayacağım şu an yaptığım gibi. Ve öyle bir cümle olmalı ki, aynı kelimeleri sürekli tekrar etmemem gereksin. Bu huysuzluğum ve endişemi dahil etmemeliyim o cümleye ve bir şeyler anlatmamalı. Varlık hiçbir şeyi açıklamıyor.
Tertipsiz bir başlangıç bu yine. Beklenmeyen bir sıkıntı değil duyulan veya gidilen yolların ulvi bir amacı yok. Bu devrin tüm hissiyatı derdest edilmiş ve kalıp gibi dökme duygular, öyle ağır duygular ki, kimsenin içinde kıpraşmıyor artık. Bir sonraki bardak için şimdiden teşekkür ederim. İnceliğin doğurduğu sahici kıvranışlar ve yürümek istekleri olmadığı gibi, karar almak boka selam vermek kıvamında artık. Özür dilerim. İki adım sağa ve tekrar sola. Şimdi bir kadın, dinç ve başarılı sergiliyor kendini. Canice değil sevgimiz, fakat bir anlamı da yok. Yani yarını ve dünü birbirine bağlamayan bir anlam bu. Düzenli bir zırva ve umursamazlık, ağaç altlarında veya gürültülü lokantalarda mide bulandırırken kısa süreli hazlar vermiyor değil. Renkleri ve detayları abartmak bir anlayışın kollarını ve boynunu yaralaması gibi. Bir ruh işi ve kesinlikle gizemli veya anlaşılmaz değil. Belki sadece tarif edilemez. Burası insanların acziyeti ve kibri ile kaplanmış bir fırın tepsisi gibi. Gittikçe ısınıyor, ısınıyor ve sonra patlıyor. Şarkılar ispatlıyor. Diş izleri, mideler ve bağırsaklar, detaylar detaylar...
Zamanın ayrıldığı bir yer var. Küçücük bir penceresi olan tıfıl bir hücre. Zamanın zaman olduğu, güleç ve cömert bir gökyüzünü görüyor o pencere. Oradan incecik sızan ışık demetlerine dikkatlice bakınca her birinde yeniden kainatlar meydana geliyor. Yokluğumun önemsiz olmasını ve eğer varsam da bunun zararsız olmasını diliyorum. Gece için yeniden şairlere bağırıyorum. Yeni gelen ritimler tedirgin ediyor beni. Alışmak istemediğim hislerimi alıp bir kaba doldurup arada sırada koklayıp tekrar yerine kaldırmak ne güzel olurdu. Fakat ben, mutfak lavabosunun altında sakladığım şişeleri açıp aynı kelimelerin tozunu alıyorum. Yaptığım bu. Sonra yeniden sesler gelmeye başlıyor. Kavuştuğum sessizlikse sadece huzursuz. Tek başına huzursuz. Çünkü kelimeleri her seferinde birilerine veriyorum. Durum bu. Hafıza zayıf. Güçsüz olmam, sabırsız ve ahlâksız olmam beni rezil olmaya mecbur ediyor. Fakat bildiğim şeyler var sanıyordum. Ayaklarımı koyduğum yerden çekmem gerekiyor. Bunu bana ben söylüyorum. Ah! Kibrim beni öldürüyor. Ruhum küçük istirahatgâhında duvarları yumrukluyor. Yaralanmadık yeri kalmamış. Ücra yerlerde bir araya gelmiş iştahsız ve kirli çocuklara takılıyor aklım.
Reklam
11 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.