Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.
Aşkın lâlezarıyım; toprağım susuzdur ey
Leyla mahkûm ve ketum; hicran uykusuzdur ey
Ruhumun aynaları hasretinle sevişir
Merhamet âsumanım neden bulutsuzdur ey
Rengarenk bir baharla tutuştu ufuklarım
Hüznümle, isyanımla makber umutsuzdur ey
Masiva mihverinde bunalan bir gölgeyim
Lekeli iklimlerde kalbim kanatsızdır ey
Kin ağacı zehrimar damlatıyor ömrüme
Derbederdir ümranım; sergüzeşt tatsızdır ey
"O da hiç kimse tarafından rahatsız edilmek istemiyordu. Başkalarının kendisiyle meşgul olmasından sıkılıyordu. Bir köşeye çekilerek çantasından Abdülhak Hâmid'in Makber'ini çıkardı."