Kısacası, mezhepler, tarikatlar ve cemaatler gibi kolektif yapılar tabiri caiz ise "Tanrı'nın dediğini beğenmeyip, aslında Tanrı böyle değil de şöyle dedi" gibi birtakım sözlerle mıy mıy yaparak cümleleri eğip bükerek ağızlarında geveleyip dururlar. Mazlumun parası ile keyif çatan devletin üst kademeleri gibi, kerhaneden, faizden ve alkolden gelen para ile namaz kaldıran imamların, ağlama duvarının dibinde timsah gözyaşı döken din adamlarının cübbelerinde mazlumların kanı var, kilise de ayin yapanlar, file, ineğe, fareye tapanlar... Bunlar ne kadar da rahat yaşıyorlar, kendi dinlerini, cemaat ve tarikatlarını el üstünde taşırken, insanlık perişan olmuştur. Kendilerine bir cennet yaratmışlar ve kendi pencerelerinde o cennetti görmektedirler. Oysa onların varsaydıkları cennet, herkes için geçerli değildir. Her insan onların yaşadığı cennette yaşamıyor.
İlk sır, beyaz inciyi halk etti ve (Enfer) namındaki kuşu yarat­tı. İnciyi onun sırtına koydu. Kırk bin sene onun üzerinde oturdu. Yaradılış • Mushafı Reş (Kara Kuran) •
Sayfa 387Kitabı okudu
Reklam
Tarikatlar, yasaklanmadığı dönemlerde bile "birer gizli örgüt" niteliğindeydi. Şimdi şaşılacak bir örnek verelim: Osmanlı sultanlarının ilk üçü Ahilik yandaşıydı (Osman Gazi, Orhan Gazi, Birinci Murad) ondan sonra yalnızca Birinci Abdulhamid'le Dördüncü Mustafa Nakşibendi kuruluşuna bağlıydı. Osmanlı Devleti'nin gerileme, dağılma, çözülme dönemi bu padişahlar çağında hızlanmıştı. Osmanlı padişahları içinde Kadirilik'le ilgisi olanı yoktur. Osmanlı Devleti döneminde, yalnız İstanbul'da 65 Kadiri tekkesi, 95 Nakşibendi tekkesi vardı. Bugün de, Nakşibendilik'in, ülkemizde en yaygın olduğu illerin başinda İstanbul gelmektedir. Yine geçen yüzyılda İstanbul'da çalışan tekkelerin sayısı 450 idi (bk. Enver Behnan Şapolyo: Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, 1964).
Ben ilk adımda as­kerlerimi dindar ve mutaassıp zannetmiş, fakat cahil bulmuştum. Ama ne de olsa bunlar cahil fakat Müslümandır diyordum. Halbuki biraz sonra anlaşıldı ki, hepsinin nüfus kağıtlarına ve künyelerine geçirilen bu «İslam» kaydına bakmayarak, bu kalabalığın içinde bir sıra bir­ birini tutmaz dinler, yahut din tortuları, mezhepler, inançlar, tari­katlar canlı olarak yaşamaktadır. Bunların hepsinin ruhlarına kök­süz inançlar, vehim, şüphe ve geçmişin tortuları hakimdir. Hatta bir aralık inandım ki bölükte hiç olmazsa, aslını bilmeden de olsa kendini «İslam» sayanlar, çoğunlukta bile değildir. Aleviler, Yezidiler, Kızılbaşlar ve daha akla ve tasnife gelmeyen ve hepsi de geçmişin bilinmeyen köklerinden gelip, mensubunu karmakarışık bir insan çamuru içinde yaşatan bir sürü itikat döküntü­leri, bu insanları parça parça birbirlerinden ayırmaktadır. Bu görüş ve kanılara varınca, bölüğün daha ilk adımda dinini, milletini ve vatanını bilmemesi şeklinde meydana vurduğu sert gerçek güçlükle de olsa, birtakım tarihi ve etnik sebeplerle az çok izah edilebilir bir hal almaya başladı.
Tarihî süreç içinde takva yerine taklidin hâkim hâle gelmesi ile yani mezhepler, tarikatlar ve cemaatlerin teşekkül etmesiyle doğru veya yanlış "ezberlerin" oluşması ile bireyler için hazır-paket "kör-inançların" ve dogmatik akidelerin oluştuğu bilinmektedir.
Osmanlı'da yenilikler ve karşı çıkışlar
Üçüncü Selim döneminde girişilen yenilikler, gene medreseden kaynaklanan kışkırtmalarla, toplum yüzeyine yayılarak, padişahın öldürülmesiyle sonuçlanıyor, İkinci Mahmud, bu gerilemeyi önlemek için onun dayanağı olan beşyüz yıllık Yeniçeri Ocağı'nı ortadan kaldırma gereğinde kalıyor. Daha Kanuni Süleyman döneminde, şeriat kurallarına dayanılarak vakıf kurumlarının yozlaştığını, dönemin ünlü ozanı Fuzuli'nin "selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözleriyle başlayan yakınmasından (şikayet-name) öğreniyoruz.
Reklam
13 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.