Gakkoş Halayı
Zira baraj, ustaların nişancılığını biler. Baraja karşı kullanılan serbest atış, vuruş ustalığı için bir meydan okuma, bir nişancılık eğitimidir. Duvarla perdelenmiş kale, kabak gibi açık bir kaleden daha şehvet uyandırıcıdır, daha iyi konsantrasyon sağlar. Barajın berisindeki o cazip nokta, altın ışık gibi parlar frikik ustasının gözüne. Her halükârda, çaresiz bir dekora dönüşen baraj, golü daha güzel gösterir. Bazen de baraj sekiz gözlü taş köprü olur; top bacak aralarından, zıplayanların altından akar gider. O gol pek o kadar güzel görünmez, birçok futbol dilencisince ‘pis gol’ kategorisine sokulur. İntizam ve konsantrasyonu bozmak, surda bir gedik açmak amacıyla araya karışan rakiplerle itiş kakış, topun oyunda olmadığı anlara özgü bir düşük yoğunluklu dövüş sporudur. Hiçbir takım, kurduğu barajın, harcına deniz kumu karılmış inşaata dönüşmesini istemez, tepki gösterir. Kuyruğa kaynak yapanlarla bu münasebetsizlere tepki gösterenleri andıran itişme, futbolun ragbiyle ortak köklerini hatırlatan anlardandır. Baraj mühendisliği, kadastroyla başlar. Barajda örtünme sorununu unutmayalım. Ellerin incir yaprağı işlevi gördüğü o sahne, futbol pitoreskinin alâmetlerindendir. Dirseğiyle yüzüne siper edenler de oluyor. O zaman ister istemez, Erkan Goloğlu’ndan dinlediğim bir Karadeniz fıkrasını hatırlıyorum. Dereye girmesini fırsat bilen arkadaşlarının bütün giysilerini alıp kaçtığı delikanlı, edep yerlerini örterek evine doğru seğirtiyordur. Bir teyze seslenir: ‘Onlar herkeste var oğlum, yuzuni ort yuzuni!’
Namık Kemal: "Yüksel ki yerin bu yer değildir; Dünyaya gelmek hüner değildir." der.
Sayfa 150Kitabı okudu
Reklam
"Yüksel ki yerin bu yer değildir; Dünyaya gelmek hüner değildir."
Sayfa 221Kitabı okudu
1840-1871 arasındaki dönemde, devlet Ekānim-i selâse (Üç İkon) veya Erkân-ı selâse-i Tanzimât (Tanzimât'ın Üç Rüknü/ Dayanağı) olarak da adlandırılan Mustafa Reşid, Âlî ve Fuad Paşalar tarafından adeta nöbetleşe yönetildi.
Sayfa 213Kitabı okudu
Bir Kurtuluş yolu seç; Gök gibi Yüksel ve Yağmur gibi Rahmet olarak yağ..
Yaygın tefsire göre, Rahman Suresi'nde “Ona beyanı öğretti” 4. âyetindeki beyân, insanı diğer varlıklardan ayıran nutk melekesi demektir (Gürkan 2010: 86). Bu, ontolojik hiyerarşiye bakarak daha iyi anlaşılır: ilim *akıl *harf *nutuk “beyan. Allah tarafından ilim ve akılla donatılan insan, sumttan (suskunluk) nutka (nutk-ı dâhili), nutuktan beyana (nutk-ı hârici) geçer. Şeyh Gâlib'in beyti, burhan, nutuk, beyan münasebetini veciz olarak ifade eder (Yüksel 1980: 75): Benim mu'ciz-beyân-ı nutk-ı burhânım dehânımdır Meh-i ma'nâ-yı şakka tiğ-i engüşt-i zebânımdır. Buradaki “beyân-ı nutk” tabirine göre beyan, nutkun açıklanmasıdır. “Şeyler zıtlarıyla açıkça tanınır.(*)sözünün belirttiği gibi, beyan-açıklamanın üç temel mânâsı vardır: 1. İzhar (açığa çıkarmak), 2. İzah (vâzıh kılmak), 3. Tafsil (ayırmak, yefsılü beynehüm). Arapça harekesiz olarak aynı yazılan alem ve ilmin özel adları olarak lisan ve şeriat, nutkun beyanının iki yoludur. Lisan ve şeriata göre dar ve geniş mânâda iki beyan ilmi ortaya çıkar. Birincisi, belagatin üç dalından (meâni, beyân, bedi”) biri sayılan lisani beyan ilmi. İkincisi, şeriatın beyanının ilmi olarak filoloji (hadis-fıkıh). İmam Gazâli buyurur: “Ve “ulüm-i şer'iyye ise ki beyân ile maksüd olan 'ulümdur ya'ni ki neşr ve ta'limi maksüd olan “ilmlerdir, onlar mahmüd ve memdühlardır” (elMardini 2015: 1/187).