Devlet,din işlerine karışmadığını ve din,inanç hürriyetine saygı gösterdiğini anlatmak için daha II.Murat(1451) zamanında din-devlet sahalarını ayırmıştır.Devletin din işlerine karışmamasını sağlamak için Şeyhülislamlık kurumu oluşturulmuştur,İstanbul başmüftüsünün temsil ettiği Şeyhülislamlık bu şekilde ortaya çıkmıştır. Şeyhülislamlık başka müslüman ülkelerde de isim olarak varsa da kurum olarak Şeyhülislamlığı yalnız Osmanlı’da bulmak mümkündür.Şeyhülislamlığın ana gayesi,din işleriyle devlet işlerini ayrı tutarak birinin diğerinin sahasına müdahelesini önlemek ve din konularında görüş ifade etmekti ki bu işlevin adı ifta idi.
Cumhuriyet kurulduktan sonra, Osmanlı döneminde kurgulandığı şekliyle devletin tam denetimine girmiş ulema, Diyanet’e hakim olmakla kalmaz, üniversitede ve özellikle Adliye Nezareti’nde de hatırı sayılır oranda temsil edilir. Döneminin Diyanet İşleri kadrolarının ve üniversite öğretim üyelerinin tekrar tekrar rejimle uyumlu bir İslam üretmek (modern İslam’a veya Türk-İslam sentezine omuz vermek) iştiyakının merkezinde bu vardır. Osmanlı’da zaten her zaman devlet ideolojisini öncelemiş olan ve geçen yüzyıldan beri devlet içerisinde eritilmiş bulunan ulemanın gereken her konuda desteği kolayca alınabilmektedir ve alınır da. Tartışmasız biçimde Cumhuriyet döneminin genel din siyaseti de hep bu olacaktır. Tam da bu yüzden, Kemalizm İslam yerine kendi kutsallık mekanizmalarını topluma aktarmaya niyet ettiğinde dahi, yeni kutsallık mekanizmaları bu şekilde konumlanan bir din bürokrasisi tarafından savunulmaya çalışılacaktır.
Reklam
Osmanlı devletinde dini hukuk, şeriat tabii başta gelir, fakat Osmanlılarda ayrıca siyasî ve İdari tamamen hükümdarın iradesine bağlı kanunlar var, bunlara kanun ve kanunname deniyor. Kanunname, 16. yüzyıl sonuna kadar dine dayanmayan, örfi kuralları kapsar. Yani, Osmanlı’da iki türlü hukuk vardı. “Din ve Devlet”, “Şeriat ve Kanun” terimleri bu ikiliği yansıtır. Türk tarihinde, çok eskiden beri şeriatın içermediği durumlara karşı devletin koyduğu kurallar vardı; görüyorsunuz, bizde laisizmin tarihi çok eskidir aslında. Bu 16. yüzyıldan sonra değişti, aynı meseleleri şeriata uydurmaya çalıştılar, yani devletin şer’îleşmesi sonradan ortaya çıktı.
Sayfa 134 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Osmanlı devletinde dini hukuk, şeriat tabii başta gelir, fakat Osmanlılarda ayrıca siyasî ve İdarî tamamen hükümdarın iradesine bağlı kanunlar var, bunlara kanun ve kanunname deniyor. Kanunname, 16. yüzyıl sonuna kadar dine dayanmayan, örfî kuralları kapsar. Yani, Osmanlı’da iki türlü hukuk vardı. “Din ve Devlet”, “Şeriat ve Kanun” terimleri bu ikiliği yansıtır. Türk tarihinde, çok eskiden beri şeriatın içermediği durumlara karşı devletin koyduğu kurallar vardı; görüyorsunuz, bizde laisizmin tarihi çok eskidir aslında. Bu 16. yüzyıldan sonra değişti, aynı meseleleri şeriata uydurmaya çalıştılar, yani devletin şer’îleşmesi sonradan ortaya çıktı.
Sayfa 134 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Herkes devleti âli Osman için var!
Ahmet Yaşar Ocak göre; Osmanlı’da devlet, dini de içine alan, kuşatan büyük bir dairedir... Osmanlı’da herşey devlet içindir, din de devlet içindir.
Muhammed'in ve halifelerin yönetim şekli gerçekten bir teokrasiydi. Osmanlı sultanlarınınkiyse feodalizmdir ve bu, Türklerin İslamiyeti kabul etmeden önceki düzenlerinin aynısıdır. Feodal hükümet, bugün Osmanlı devlet yapısının bir dalını oluşturan, peygamber halifelerinin teokratik yetkilerini de aldı. Sultan zaten mutlak güç sahibiydi. İslamiyet, sultanın mutlak yetkilerini kısıtlamazken diğer yandan kutsallaştırdı. Bu hususta siyasi ve dini yapı tam anlamıyla uyuşmaktadır ve dolayısıyla, her ne kadar teokratik yetkiler üstün olsa da bu yetkiler dünyevi yetkilerin uygulanmasını ne sınırlandırmakta ne de kolaylaştırmaktadır.
Önsöz XX
Reklam
32 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.