"Adını bağışlamadın?" Nurilerden biri ilk kez adını soruyor sana. Sesini kısıyorsun, fısıldar gibi: "Nuri" diyorsun yavaşça. "Nuri."
"Bağırsana ....," diyor biri. Ses arkalarda. Yaklaşıyor. Yüzü, tabanlarına inen sopaların az ötesinde. Sopalar neredeyse yüzüne çarpacak. 'Yaklaşmayın, sopalar yüzünüze çarpacak' demek geçiyor içinden. Saçma. Kapkara, kalın bir yüz. Başının bir yanında uzatıp biriktirdiği bir tutam saçı, tarakla tepesinden geçirtmiş, yapıştırmış çıplak başına, örtmüş sözde kelliğini. Bir arkadaşın vardı, şiirler yazardı, o böyle tarardı saçlarını, ama onunki pek belli olmazdı. Bununki çok uydurma bir şey. Kaşları da yok gibi. Bu yüzü ilk defa görüyorsun. Kapkara. Cop gibi. "Bağırsana be!"
Reklam
"Bazen çok güzel bir oyunun sonunda çok acı bir gerçekle karşılaşabilir insan, ama oyunun çocukça güzelliğini değiştirebilir mi bu?"
Ölmezsen, öldürmezler, sakat bile bıraksalar, buradan çıkarsan, gün gelir de bir gün buradan çıkarsan, toprağın üzerinde, güneşin altında, insanların arasında bir alçak gibi yüzün eğik dolaşmamak isteğindesin. Kesin, kesin bir istek bu. Basılmış, ezilmiş de olsan, bir papatya gibi yaşamak kararındasın, ezilmiş, yaralı bir papatya. (Siyasi suçtan mahkum birinin düşünceleri)
Gözlerinin içine bakıyorum. İki koyu kahverengi gözün bebeğinde görüntümü görmek sevindiriyor beni.
Başından geçenleri anlattıkça, anlattıklarını hiç de yaşamadığını anlıyordum. Yaşadıklarını değil, yaşamak istediklerini anlatıyordu. İnanıyor gibi dinliyordum. Başımı salladıkça şarap bardağına sarılıyor, coşuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.