1967'de de bize Meydan-ı Ekbez'den bindiğimiz trendeki ihtiyar Arablar "Ah nerede o Osmanlı!" diye yakınıyorlardı. Cevabı düşündürücüdür. Acaba o Osmanlı'yı kim dışa itti, bizimle beraber mi itildi; bilemiyoruz. Beşeriyet böyledir; önce gerekli olanı kovalar, sonra onu arar.
Filistin ismi, çok açık belirtelim, Memluklular devrinde de, Osmanlılar devrinde de kullanılmamıştır. Buraya genellikle Bilad-ı Şam, yani Avrupa tabiriyle Great Syria deniliyor. Suriye tabii ki coğrafya bakımından bugünkü Suriye değil; daha geniş bir bölge. Roma devrinde böyleydi. Filistin ismi de Osmanlı yönetimi yıkıldıktan sonra yeni gelen Britanya idaresinin verdiği, tarihî coğrafyayla ne kadar bağdaştığı belli olmayan bir isim... Ama şurası bir gerçek ki bugünkü İsrail ve işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze ve hatta Golan Tepeleri'nin bir kısmı; kullanılan dil, dinlerin haritası, hatta muhtelif etnik grupların bileşimi bakımından çok özgün bir bölge... İşte bu Filistin'de bugün kaynayan bir kazan var. Bunun üzerinde durmamız gerekiyor.
Toplumu başarılı olması için iki şeye çok önem vermek gerekiyordu.Bunlar dağlık ve eğitimdir.Gerçekten eğer bir devlet eğitim ve sağlık meselesini çözemezse güçlü ve müreffef olamazdı.
Ve bir toplumun sağlıklı olabilmesi için kadınların da ilerlemesi gerektiğini biliyordu.
Orduda Türkçeyi anadili olarak kullanmak fevkalade önemlidir. Bu klasik devirdeki devşirmeler için böyle olduğu gibi 19. asırda orduda da ana unsurun Türkçe konuşanlar olmasına dikkat edilirdi. Bürokraside Arablarla kaynaşma bilhassa II. Abdülhamid devrinin tedricen geliştirdiği bir süreçtir. Şüphesiz müspet neticeleri görülmüştür. Ama sonun yaklaştığı bir döneme has bir gelişmedir.
"Türkiyeli" ismi tercüme edilemez, içeriği bakımından bu kelimeyi teklif edenlerin amacını da zaten karşılamaz. Başka bir kimlik kullanmak isteyenler bu ifadeyi kullanabilirler ama bu amaçla ülke yurttaşlığının ve kimliğinin adını değiştirmelerine lüzum yoktur, hakları olduğunu da zannetmiyoruz.
Atatürk yapı olarak sinirli bir adamdır. Belirli bir dönemden sonra haşin davranmış olabilir ama kurmay subaylar üslûb olarak hiçbir zaman çok açık konuşmazlardı. Sözle hakareti çok ölçülüydü ve bizim alıştığımız politikacının, hatta alıştığımız bürokratın üslubuna hiç benzemezdi. Fakat bazen ağır mizahla hırpaladığı da görülürdü. Bu mesela İran Şahı Rıza Pehlevi'nin cezalandıracağı bürokratı bastonla dövmesi gibi bir davranışla mukayese edilemez. Bürokrasinin üslûb kaybına uğradığı günümüzde, bu hal bilhassa görülüyor. O günün kurmayı ile Ankara bürokrasisinin herhangi bir adamı arasında dağlar kadar fark vardır. Hatta şimdi daha çok fark vardır.