Padişahlarımız ve paşalarımız, yüzyıllar boyunca bizi, sırf İslamın
emrine uymak ve bu arada yağma ve talanlar yapmak, hazinelerini doldurmak, köleler cariyeler almak ve haremlerini sayısız güzellerle donatmak için savaşlara sürüklemişler, insanlarımızı,hem de nice yenilgiler bahasına,savaş meydanlarında kırıp geçirtmişler, bu melanet'lerine
hiç bıkmadan devam etmişler, fakat ne hazindir ki bir tek insanımız, bir tek düşünürümüz, bir tek din adamımız çıkıp da: "Nedir bu savaşlar? Ne lüzumu var bu yersiz öldürmelere,bu yağma ve talanlara, bu çapulculuğa? Neden Tanrı din adına savaşa çıkın, yakın yıkın, köleler cariyeler alın, paylaşın diye emir vermiş olsun? İnsanların yaratıcısı olan ve kaderlerini kendi çizen ve dilediğini Müslüman edebilen bir Tanrı, neden kullarını 'müslüman ve kafir' ayınını içerisinde var etsin ve sonra onları birbirlerine boğazlatsın? Neden belli sınırlar içerisinde barış halinde ülkemizi mamur edip halkımızın refahı ve mutluluğu için çalışmayalım? vs ... " şeklinde bir şeyler söylememiştir; söyleme cesaretini gösterememiştir. Çünkü söylemenin dinsizlik olduğu tehditleriyle sindirilmiştir.
Müslüman her toplumun esası "cihad" ve "cengaverlik" olduğu için "barış ve sükün" içinde geçen bir yaşam islam toplumunun bu "hislerini körletir". Bundan dolayıdır ki devlet yaşamında "cihad" unsuruna ağırlık vermek ve toplumu devamlı şekilde savaş halinde tutmak gerekir.
Kur'an'daki "Barış" görünüşlü hükümler, Muhammed'in henüz savaş gücüne sahip bulunmadığı döneme ait olup, Medine'ye geçip de güçlendiği an saldırı niteliğinde "Cihad" emirleriyle geçerli olmaktan çıkardığı şeylerdir.
1400 yılık islam tarihi, sırf dini yaymak, yağma ve talan yapmak maksadiyla girişilen kanlı savaşlar tarihinden başka bir şey değildir.Kur'an'ın hemen her suresinde yer alan "cihad" emirlerine dayalı olarak Arap ordularının bir yandan Doğu'da Orta Asya'lara ve diğer yandan Batı'da lspanya'lara kadar uzanan saldırılarını "Barış" savaşları olarak kabul edebilmek için akıl ve zekadan yoksun olmak gerekir.