1905’te, Sigmund Freud, ilk kez, intiharı saldırganlığın “ben”e yönelmesi olarak açıklar. Toplumsal baskı nedeniyle, insan, saldırganlığını gerçek nesnesine -şu ya da bu nefret edilen kişiye— gösteremezse, bu saldırganlık öznenin kendisine yönelir. Bununla birlikte, 1920 yılında, Freud, çok tartışılmış bir başka kuramı açıklar; buna göre, her insanda yaşama ve üreme içgüdüsünün, yani libidonun tam tersi olacak ve bazı durumlarda, kendini diğerlerine adama ve kendinden vazgeçme gibi ikame davranışlarıyla yüceltilmediği takdirde üstünlüğü ele geçirebilecek bir ölme içgüdüsü, destrudo vardır. Freud’un ilk kuramı, Flaubert’in, 1853 yılında Louise Colet’ye yazdığı şu cümleyle açıklanır: “Başkaları öldürülemeyince ölmek istenecektir ve her intihar belki de engellenmiş bir cinayettir.” Bu bakış açısına göre, intihar oranı, dış şiddetin disiplin altına alındığı örgütlü toplumlarda artmaya yönelecek, dolayısıyla cinayet oranıyla ters orantılı olacaktır.
Keşke yüz kere onun boynuna sarılacak duruma gelmeseydim! Yüce Tanrım biliyor ya, etrafını birçok güzel şeyin sardığını gören, ama onlara dokunma izni olmayan biri gibiyim; dokunmak insanların elbette en doğal içgüdüsü. Çocuklar gözlerine ilişen her şeye dokunmazlar mı? - Ya ben?
Sayfa 85 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
İnsan içgüdüsü ise bozuktur.
Sayfa 18 - İletişim YayınlarıKitabı okuyor
Din, Siyasal Gruplaşmalar ve Dünya Savaşı
20. yüzyılın küresel siyasetine, uzun süre, Sovyetler Birliği ile Batı arasındaki rekabet egemen olmuştu. Bu ideolojik mücadelenin çöküşüyle, yeni bölünmeler, özellikle de İslam ve Batı arasındaki farklılıkların tekrar alevlenmesi ve yeniden dirilen bir güç olan Çin ile komşuları arasında giderek önem kazanan bir gerginlik su yüzüne çıktı. İlk
Sayfa 351-352
Dinsel İnançların Zorlayıcılığı
Dinsel inançlar o kadar zorlayıcıdır ki, tarih boyunca insanlar, tanrıların dayatmalarının, kendi özel hayatlarının en mahrem yönlerini yönetmelerini kabul etmişlerdir. Tanrılar, bir çocuğun kurban edilmesi gibi, insan doğası için en tiksindirici eylemleri buyurduklarında bile, emirlerine itaat edilir. Toplumlar, üreme davranışlarını dinin katı disiplinine tabi kılmayı, muhtemelen nüfuslarını kontrol etmek için seçmişlerdir.
Sayfa 277
Hıristiyanlık ve Mesih Hareketi
Mesih hareketi, aksine, İsa'yı ilahi bir varlık olarak görmüş, onun ölümünü ve yeniden dirilişini, Roma İmparatorluğu'nda hüküm süren gizem kültünde aynen yapıldığı gibi, tanrının kurban niteliğindeki vücudunu sembolik biçimde tüketerek kutlamışlardır. Yahudiler, Eski Ahitte önceden haber verilen Mesih'in, Romalı işgalcilerin kovulmasında geçidi bir rolü olan, bir insan peygamber olmasını beklemişlerdir. Ancak, Mesih hareketinin kurucusu, Mesih sözcüğünü Yunancaya çevirirken -hem mashiah hem de christos, “meshedilmiş / yağlanmış” anlamına gelmektedir - İsa'yı, dünyevi değil, göksel krallığın mirasçısı olan bir tanrı haline getirmiştir.
Sayfa 219-220
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.