Naciye Abla, iyice yaşlandığı yıllarda mahalleyle ilgili sohbetlerimizden birinde, benim de mahallede gördüğüm Sevdiye adlı küçük kızın önce babası sonra da ağabeyleri tarafından "kullanıldığını" anlattı. Böyle şeyleri anlamsız, düz ve hiçbir merhamet izi barındırmayan bir yüz ifadesiyle söylerdi. Yıllarca beni öfkelendirmiş olan bu kayıtsız ifade, Çingenelerin hayatta kalmak için kullandığı en önemli silahlardan biriydi. Sevdiye kötü kadın olmuş, sonra da ağabeylerinin küçük olanı tarafından öldürülmüştü. Bu kaba saba anlatım beni pek etkilemedi. Yalanın kalbinde gizli olan, içimde çoktan yer etmişti. Ama küçüklüğümde dinlediğim ürkünç masalla birlikte, Naciye Abla'nın esmer, genişçe yüzünün ardından, bir yeraltı ırmağı gibi bilincime akan gerçeğin o dingin, acımasız sesini hâlâ tüylerim ürpererek anımsarım. Masal gerçekle aynı bedendendir. Onunla aynı kanlı etten ve kemikten..
Bakışıyla karşılaşanı çılgınlıkla ödüllendirir şehir, şefkati yoktur, bütün gördüklerinden sonra öfkesini ve sevgisini kaybetmiştir; şimdi yalnızca akıllı ve zalimdir
Reklam
Uğruna bunca yalan söylediği şey, öykülerinin gerçeklikte açtığı kocaman deliklerde, olan bitenin karanlık yüzünde, zihnin kuytu köşelerinde, söylenmeyen sözlerin, gerçekleşmeyen olayların bıraktığı boşlukta gizli. Naciye Abla'dan öğrendiğim en önemli şey, anlatılamayan, okunamayan, öğrenilmeyen, öğretilemeyen ve hiçbir kitapta yazılı olmayan bu şeye ulaşmak için ışık kadar karanlıktan, gerçek kadar yalandan da geçmek gerektiğidir; yalanın, masalın, öykünün gerçekle aynı olan etinden...
"Gönlümüz nah böyle yeşil taşlı bir yüzüktür," diyor kocakarı, sigarası yine püfür püfür tütüyor konuşurken. "Kayıp bir ziynettir. Onu bizden çalanın cebinde parlar durur, kimsecikler görmeden... Bir kere kaptırdık mı, geri alana kadar kim çaldıysa onun olur." "Peki, nasıl geri alırız?" "Çalanı öldürerek, kim çalmışsa onu gebertmekten başka yolu yoktur geri almanın."
Sınırın ötesinden atları, arabaları, köpekleri, kocaman bohçaları ve yalınayak çocuklarıyla göçenler, aynı yurttan gelmiş gibi birbirine benziyor; kavrukluklarıyla, zayıflıklarıyla; sakin, beklentisiz esmerlikleri, güleç kurnazlıklarıyla... Kapı'dan delifişek, kalabalık geliyorlar; her ülkeye yabancı olmanın dokunaklı kindarlığını, yalnızca kendi soylarından olanların anladığı gizli bir işaret gibi parlak, siyah gözlerinde taşıyarak...
Yamacına kızlar, karnı burnunda genç gelinler toplandığında kocakarı hep aynı hikâyeyi anlatıyor. Ne kadar sık anlatılsa da eskimeyen, her seferinde aynı merakla dinlenen öykü, hep aynı yerde bitiyor; annesiyle gündöndü çitleyen kadınların esrarlı gülüşmeleri arasında...
Reklam
136 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.