Gülünç, kendinin bilincinde değildir. Gyges'in yüzüğünü takmış da bu yüzük tam tersi etkide bulunmuş ve tüm dünyanın gözüne görünür olmakla birlikte kendini göremez hale gelmiş gibidir. Bir trajedi kahramanı onu nasıl yargıladığımızı bilse bile davranışını değiştirmeyecektir; kim olduğunun ezici bilincine karşın bize ilham ettiği apaçık dehşet duygusuna rağmen aynı davranışta ısrar edebilecektir. Fakat gülünç bir kusur, gülünçlüğünü fark ettiğinde, kendini hiç değilse dışarıya karşı değiştirmeye çalışır. Harpagon bizim cimriliğine nasıl güldüğümüzü görse cimrilikten vazgeçerdi demeyeceğim ama hiç değilse bize kusurunu daha az veya başka türlü gösterirdi. Şimdiden söyleyelim: Gülme işte bu şekilde "Kalıplaşmış davranışları cezalandırır." Nasıl olmamız gerekiyorsa o şekilde görünmeye çalışmamızı ve kuşkusuz günün birinde tam da göründüğümüz gibi olmamızı sağlar.
Sayfa 13 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Jestler de yaşam gibi canlı olmalıdır! Hayatın temel kanununa, asla kendini tekrar etmeme şartına o da boyun eğmelidir! Ama işte, bir baş veya kol hareketi sürekli aynı, düzenli aralıklarla kendini tekrar ediyor. Bu hareketi fark etmişsem, dikkatimi dağıtmayı başarmışsa, yeniden ortaya çıkmasını bekliyorsam ve beklediğim anda da ortaya çıkıyorsa, istemeden de olsa gülerim. Niçin? Çünkü artık önümde otomatik biçimde işleyen bir makine vardır. Bu artık hayat değil, hayatın içine yerleşmiş ve hayatı taklit eden bir otomatizmdir. Gülünçtür.
Sayfa 24 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Gerçek şimdiki an, geleceği yiyip bitiren geçmişin ele avuca sığmaz ilerleyişidir. İşin gerçeği, her türlü duyu, belleğin parçalarından başka bir şey değildir.
Kestirmeden söyleyecek olursak şeylerin kendilerini görmeyiz; çoğunlukla onlar üzerine asılmış etiketleri okumakla yetiniriz. İhtiyaçlardan kaynaklanan bu eğilim, dilin etkisiyle daha da kuvvetlenmiştir. Çünkü sözcükler (özel isimler hariç) cinslerin adıdır. Bir şeyin en olağan işlevine ve en şuradan yüzüne işaret eden sözcük, bizimle o şey arasına sızar ve şeyin biçimini gözümüzden saklayabilip ama çoğunlukla bu biçim, sözcüğün üretilmesine neden olan ihtiyaçların ardına gizlenmiştir zaten. Ve sadece dışımızdaki nesneler de değil; kendi ruh hallerimiz bile, özgün yaşantı boyutlarıyla, şahsi ve mahrem olan taraflarıyla, bizden gizlenirler. Sevgi veya nefret duyduğumuzda, neşeli veya hüzünlü hissettiğimizde, bunları sadece ve sadece bize ait kılan sayısız küçük kaçak ayrıntılar ve bin türlü derin yankılanışla bilincimize ulaştıran sahiden duygunun kendisi midir? Öyle olsa hepimiz romancı, şair, müzisyen olur çıkardık. Oysa çoğu zaman, ruh hallerimizi sadece dışa yansıdıklarında idrak ediyoruz. Hislerimizin sadece gayrişahsi boyutunu, dilin ilk ve tek kalemde tespit edebildiği boyutunu kavrıyoruz çünkü benzer koşullarda, herkes için, aşağı yukarı aynı olan bu boyuttur. Demek ki, bireylik kendi birey oluşumuzda bile bizden kaçıyor. Genellikler ve semboller arasında hareket ediyoruz, tıpkı kuvvetimizin faydaya binaen başka kuvvetlere göre ölçüldüğü kapalı bir alandaymışız gibi. Eylemle büyülenip, kendi iyiliğimiz için eyleme çekilirken onun seçtiği sahada, şeyler ile kendimiz arasında bir orta bölgede, eşyanın dışında olduğu kadar kendimizin de dışında yaşıyoruz.