İnsanlıktan emekli ...
Törenlerde konuşan içimdeki yabancı Kalbimize saplanan ecnebi sahte sancı İnsanlıktan emekli Coşkun Ermiş'in sesi Tarih öğretmeniydi, Ahmet Cemal Lisesi Bütün eski emeller gözünde soldu birden Bir hiç olmak isterdi, ve her şey oldu birden Bende ezelden beri büyüklük istidadı var Hangi deli kendisine zincir vurur şaşarım.
Reklam
Zaten hep böyle oldu. Benim kendime yakıştırdıklarım ile onların bana yakıştırdıkları, genellikle bir türlü örtüşemedi.
"Zaten hep böyle oldu. Benim kendime yakıştırdıklarım ile onların bana yakıştırdıkları, genellikle bir türlü örtüşemedi."
1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1871 yılında evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk, 1881-1938), Makbule Boysan Atadan (1885-1966) ve Naciye (1889-1901) Kardeşlerden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaş­larında, o senelerde Rumeliyi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdi. En küçükleri Naciye on iki yaşında gözlerini kapadı. ATATÜRK, Selânik Askerî Rüştiyesinden (Ortaokulundan) başlıyarak ikisi de son nefeslerine kadar gerçek dost kalmış Fuat Bulca’ya bir gün şöyle demişti: "-Kardeşlerim arasında en sevdiğim Naciye’ydi. Çocuk yaşının üstünde hisli, duygulu ve öğren­meye meraklıydı. Ben Harbiyeye giderken kitaplarımı iste­mişti. Annemden onu okutmasını istemiştim. Ne ablam Fatma’yı, ne ağabeylerim Ahmet ve Ömer’i hatırlıyamıyorum. Son ikisi aynı yıl, 1883’de ben iki yaşında iken ölmüşler. Na­ciye, annem gibi sarışın, mavi gözlü, duru beyaz tenli idi. Ti­pik bir Yörük kızıydı. Makbule’ye hiç benzemezdi."
"Şimdi, seni gömleğini çıkardığın sırada izlerken kaçırdığım ayrıntılar. Hareketlerinin ağır olmasına rağmen kaçırdıklarım. Çıplak bir vücudun her düğmenin açılmasıyla birlikte adım adım belirginleşen, nabız atışları gibi canlanan çizgileri. Sadece birkaç parmağını kullanarak kendini soyman. O parmaklara duyduğum kıskançlık. Bütün düğmeler çözüldükten sonra, gömleği çıkarmak için kollarını bir an için hafiften iki yana açtığında, o çarmıha geriliş görüntün..." "İndiren, sen olmak ister miydin?" "Anlamadım..." "Beni çarmıhtan indiren, sen olmak ister miydin?" "Evet, isterdim. Çok isterdim." "Neden?" "Çünkü sen, henüz ölmemiş olurdun, ve başındaki dikenlerden yapılma taç yüzünden alnından sızan kanlar, dudaklarımı nemlendirirdi. Ve sonra, ellerindeki çivileri çıkardığımda, bitkin başını başıma dayardın. Ölmemek için onca çabandan fışkıran ter, benim senin bedeninde çarmıha gerilmek için onca uğraşmamdan ötürü sızan tere karışırdı. Ve son anlarında, bütün bedenimle sende çarmıha gerilirken, Golgotha’ya uzanan o yol boyunca neden bütün acıları tek başına taşıdığını sorardım sana. Sende idam edilmem için neden onca zaman beklemek zorunda kaldığımı sorardım..."
Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.