Hep seni anayım ki hatıralarımın arasında olasın: Hep bu konudan söz edeyim ki gönlümü açarsın.
Sevinçli olsam, sevincimde gizlenirsin.
Bir düzen kurmak istesem bana üstad olursun.
Bir gün seni gönül, o gönül alıcı sevgiliye kavuşturur, seni can cana cânânın semtine ulaştırır bir gün.
İçindeki derdin eteğini elinden bırakma!
Çünkü o dert günün birinde seni dermana eriştirecektir.
Bu zamanede diyar diyar dolaşan, yerleri ölçen biziz.
Şehirden şehre göçerek şehirleri süsleyen yolcu biziz. Engin bir denizde kendini kaybetmiş, yolunu şaşırmış bir gemiye dönmüşüz.
Her gün bir menzilde her gece bir konaktayız.
Gönüle sordum: Gerçek varlığın yolu hangisidir?
Dedi ki, onun yolu gönül alçaklığındadır.
O halde dedim, gönül niçin alçalmadan ürker?
Çünkü dedi, gönül bunu huy edinmiştir; onun yaratılışı böyle.
Dervişlere ululuk gerekmez ayıptır.
Saltanat ve debdebe hevesi onların gönüllerine ağırlık verir.
Dostun yolunda ululuğun diken olmasından, tam bir fakirlik daha hoştur.
Derd çekmeden dermana eremezsin.
Can vermedikçe cânânın vuslatına yol bulamazsın.
Halil İbrahim Peygamber gibi ateşe atılmazsan, Hızır gibi Bengisu kaynağına varamazsın.
Ey parlayan mum! Bilir misin sen tıpkı sofileri andırıyorsun.
Çünkü sende safa ehlinden şu altı nitelik var: Gece uyanıksın, Nur yüzlüsün, benzin sarı, gönlün yanık, gözün yaşlı , kalbi uyanık.
Ey şu karanlık topraktan kendine rahat döşek yapan gafil!
Ona her an başka bir nakış işliyorsun.
Hayat satrancında kâh mat ediyor, kâh ayakta tutuyorsun.
Ne iyi yapıyorsun, ne güzel işler işliyor, kendi kendinden oyunlar çıjarıyorsun.
Akşam oldu, Gönül hâlâ inlemekten kurtulamadı.
Bir günde yüz yılın gamını dile getirmek mümkün mü?
Ey cihanın canı, böyle akşamlamanın acısını ancak kuzusunu kaybeden bilir.
Ey bu uykusuz gözlerdeki yaşlar!
Kuruyun artık! Ey bu yanık yürekteki ateş! Sen de küllen! Ey Can: Sana yuva olan o ten artık kalmadı, eridi.
Arıklığını, bitkin halini açığa vurma da çekil git!