"Tanrının yarattığı binlerce, milyonlarca Madam Bovary var, ama onların arasında yalnızca Flaubert'in yazdığı unutulmaz oldu. Tanrının yarattığı Lady Chatterley'lerin arasından Lawrence'ın yazdığı lady kadar unutulmaz olanı çıktı mı?
Tanrının rahatlıkla unutulabilen "gerçeklerinden" biz unutulmaz "gerçekdışılar" yaratabiliyoruz.
Tanrı da unutulmazlar yaratıyor ama.
Bizim Hamlet'lerimize, Macbeth'lerimize, Bovary'lerimize, Karenina'larımıza, Prens Mişkin'lerimize, Eugenie Grandet'lerimize karşılık tanrının da Shakespear'leri, Tolstoy'ları, Dostoyevski'leri, Balzac'ları var."
Bütün bunları birine anlatmak istiyordu. Ama bir bulut gibi biçim değiştirip, rüzgar gibi anaforlanan sıkıntılarını nasıl anlatabilirdi ki? Ne istediği sözcükleri bulabiliyordu, ne de aradığı fırsat ve cesareti.
Yine de, ya gücü tükendiğinden ya da toplanan yığın hayli kabardığı için, alevler tavsadı. Aşk, ayrılık dolayısıyla yavaş yavaş söndü, üzgünlük alışmanın altında boğuldu, sönük göklerini kızıla bürüyen yangın aydınlığı daha bir loşlukla kaplandı, gitgide silindi. Vicdanının uyuşması arasında, kocasına karşı duyduğu tiksintiyi bile sevgilisine karşı istek sandı, hınç yaralarının tatlı bir sevginin yeniden ısınması saydı. Yalnız, fırtına daha dinmediği tutku kül oluncaya dek yanıp tükendiği hiçbir çare çıkıp gelmediği hiçbir güneş görünmediği için, dört bir yanını tam bir karanlık kapladı. Emma içine işleyen korkunç bir soğukta yitip gitmiş gibi kaldı.