Bir toplumun muayyen bir istikamete sevkedilmesi isteniyorsa, bu neticeyi elde etmek için iki yoldan biri seçilebilir: Ya ulaşılması istenen nokta göz önünde tutulur, ideal bir istikbalin parlak portresi çizilir, bu portre rehber ittihaz edilir ve "kızıl elma" ön plana geçirilerek, ancak bundan sonra Kızıl Elma'ya varacak olan yollar tesbit edilir, veya evvela durumun muhakemesi yapılır ve ulaşılacak gaye, bundan sonra ve eldeki imkanların takatine göre tesbit edilir. Her iki metodun da sosyal ve siyasi hareketlerde mühim rol oynadığı sabittir.
Bir bölüm Batılı düşünürlere göre, bir ulusal devlet kendi sınırları içinde aynı "ırk"tan olan kimseleri toplar. Başkalarına göre, ulusal devlet'in yurttaş'ı, belirli sınırların içinde yaşamayı kabul ederek buradaki yasaları kendi yasaları sayan kişilerdir. Ziya Gökalp bu iki ilkeyi de reddediyordu. Ona göre, ulusal varlığın özü paylaşılan bir kültür'dü. Bu kültürün paylaşılması, aynı eğitimin, değerlerin ve heyecanın paylaşılmasıydı. Böylece, millet, aynı eğitimi almış, aynı dili konuşan, aynı duyguları, idealleri, din ve ahlak öğelerini ve estetiği paylaşan kişilerden oluşmaktaydı.
Reklam
Ziya Gökalp için gerek "millet" gerek "halk" varolan bir şey olmaktan çok, ancak "rüşeym" halinde bulunan ama daha "kendini idrak edecek", öz benliğine zamanla kavuşacak bir nesne’ydi. Aslında bu tipte bir düşünce, yani varolan toplulukların aslında "öz benlik"lerine kavuşmamış görüntüler olduğu görüşü Avrupa'da on­ sekizinci yüzyılın sonuna doğru ve ondokuzuncu yüzyılın başında büyük bir rağbet görmüştür. Buna "idealizm" deniyordu. Rousseau'nun ortaya attığı "milli irade", bu idealizmi esas öğesi durumuna getirmiştir. Ona göre politik bir tercihinin dünyalılar tarafından ifadesi zorunlu olarak "gerçek" milli iradeyi ifade etmiyordu. "Gerçek" milli irade, o topluluğa "gerçekten" de gerekli olan kararlardan oluşuyordu. Topluluğun iradesi dışında soyut bir "milli irade", bir ideal "çözüm yolu" vardı. O da ancak " duygular"la bulunabilirdi. Almanya'da Fichte ve romantik milliyetçiler aynı şeyi söylüyorlardı. Milliyet bazı işaretleri varolan fakat sürekli çabalarla bulunması ve ortaya çıkarılması gereken bir olguydu.
Gerçek ütopyacı, toplumun bütününün değişmesini gözleri önünde canlandırabilen kimsedir.
Osmanlı imparatorluğu sınırları içinde yaşayan gruplar dinlerine göre tasnif edilmişti. Osmanlılar için Türk, Çerkez, Arap gibi tanımlamaların, müslümanların aslen nereden gelmiş olduklarını anlatması dışında bir önemi yoktur.
Atatürk’ün şahsi başarısı, başkalarının bölük pörçük ve sistemsiz olarak etkisinde kaldıkları unsurları bir noktada toplayabilmiş olması, hepsinden birden faydalanma yolunu bulmuş olmasıdır. Zeka ve anlayışı bu noktada apaçık olarak ortaya çıkar.
Reklam
1.000 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.