Tepeler, uçağın altında, gölgeden izlerini akşamın altınına gömüyordu şimdiden. Ovalar yıpranmaz bir ışıkla aydınlanıyordu: bu ülkede ovalar, kıştan sonra kırlarını sermeyi nasıl bitiremiyorlarsa şimdi de altınlarını sermeyi bitiremiyorlardı.
Güneyin en ucundan gelip Buenos Aires’e Patagonya postasını taşıyan pilot Fabien, bir limanın suları
Ellerini tutup ağzına
tıkıştırdılar meyvelerini
Yesin diye meyvelerini.
Beyazlar içinde ve sarı saçlarıyla dayandı Lizzie
Deredeki bir zambak gibi
Dalgaların amansızca dövdüğü
Mavi damarlı bir kaya gibi
Kükreyen fırtınalı denizde
Altın ışığını yayan
Yapayalnız bir fener gibi
Bal gibi tomurcuklarıyla
Meyveye durmuş bir portakal ağacı gibi
Yaban arılarının taciz ettiği,
Kubbe ve kulelerle bezeli
Muhteşem el değmemiş bir kasaba gibi
Düştü düşecek kuşatılmış bir donanma tarafından
Sancağını al aşağı etmeye göz koyan
— Bizim hanım öyle şeylerden hoşlanmaz, dedi; ona kaç kez biraz jimnastik yapması söylenildi ama odasına kapanıp kitap okumayı tercih ediyor.
Leon:
— Ben de öyleyimdir, dedi; akşam rüzgâr pencereye vurur, lamba yanarken ateşin başına oturup bir kitap açmaktan daha tatlı ne var ki? Emma, iri iri kara gözlerini ona dikerek:
— Değil mi?, dedi.
Orman, orman ne güne duruyor. Deniz yoksa orman var. Hem boğulmaz ormanda insan, en fazla kaybolur. Bana kimse ormanda kaybolduğum zaman yönümü nasıl bulacağımı öğretmesin. Tek tek kucaklayacağım bir araya geldikleri için. Bir araya geldikleri ve dallarını sincaplara açtıkları için. Bir araya geldikleri, dallarını sincaplara açtıkları ve kuşları korudukları için. Bir araya geldikleri, dallarını sincaplara açtıkları, kuşları korudukları ve gökyüzüne yapraklarının arasından bakmama izin verdikleri için... Gökyüzüne yaprakların arasından baktınız mı hiç? Rüzgarın kaynattığı yaprakların arasından. Rüzgarın kaynattığı ve üflediği soğuması için. Oysa ay çıkmadıkça soğumaz yapraklar. Körüğün nefesi canlandırır ateşi. Maviyi bir bütün olarak görmekte ne var. Yaprakların arasından akan mavi süte bak!