...
Aslında Marx, “Tüm fiziksel ve zihinsel duyuların yerini, tüm bu duyuların kendine yabancılaşması, sahip olma duyusu aldı," derken haklıydı. "Özel mülkiyet, bizi öylesine aptallaştırıp, güçsüzleştirdi ki, nesneler ancak onlara sahipsek, yani, eğer bizim sermayemiz olarak varlarsa, bizim mallarımızlarsa, yani bizim tarafımızdan kullanılıyorlarsa bizim oluyorlar. Tüm servetimize rağmen yoksuluz çünkü çok şeyimiz var ama biz küçüğüz." Sonuçta, ortalama bir insan kendini güvensiz, yalnız, bunalımlı hisseder ve bolluk içinde mutsuzluk çeker. Onun için hayatın anlamı yoktur; hayatın anlamının sadece bir “tüketici” olmaktan ibaret olamayacağının belli belirsiz farkındadır. Eğer sistem ona, hayatta değerli olan her şeyi giderek daha çok kaybettiğini unutmasını sağlayan, televizyondan sakinleştiricilere kadar uzanan sayısız kaçış yolları sunmasaydı, hayatın anlamsızlığına dayanamazdı. Tersine sloganlara rağmen, iyi beslenmiş, iyi bakılmış, insanlıktan uzaklaştırılmış, bunalmış sıradan insanı yöneten bürokratların idare ettiği bir topluma doğru hızla yaklaşıyoruz Insana benzeyen makineler ve makineye benzeyen insanlar yaratıyoruz. Elli yıl önce, sosyalizme yapılan en büyük eleştiri -tekdüzeliğe, bürokratikleşmeye, merkezileşmeye ve ruhsuz materyalizme yol açacağı eleştirisi, günümüz kapitalizminin bir gerçeği. Özgürlükten ve demokrasiden söz ederiz ama sayıları gittikçe artan insanlar özgürlüğün getireceği sorumluluktan korkup, besili robotun kölesi olmayı seçiyorlar; demokrasiye hiç inançları yok
, kararları siyasi uzmanlara bırakmaktan mutlular.
...