İnsanlar yaratılışlarının gereği madde ile mana dengesinde yaşamak isterlermiş. Madde tükenince geride bıraktığı boşluğu mana doldurur; yahut mana yükselince madde bedeni terk edip gidermiş. Zaten Allah da insanı bu madde-mana dengesi üzerine yaratmış. İnsanın içinde, her biri yarı yarıya etkin imiş. Mutlu olmak veya iyi kulluk edebilmek İçin maddenin göstergesi olan beden, eller, ayaklar, kirpikler, gözler ile mananın göstergesi olan düşünce, duygu, iman gibi bahisler birbiriyle dengeli tutulmalıymış.
Aradığını başkasında değil kendinde ara!’ derdi şüphesiz. Yıldızı da, güneşi de kendinde ara. Yıldızı hissettiğinde güneşe yürü! Her ne ki vuku bulur, sendendir.
Sevginin içinde şiddeti barındırıp barındırmadığından şüpheye düştüm. Yüzyıllara uzanan sevgiler, yine yüzyıllara uzanan nefretleri ve o nefretler doğrultusunda şiddeti içermeli miydi? Hz. Peygamber'in ehl-i beytini sevdiği için, ehl-i beyit fertlerinden daha çok sevdiği arkadaşlarına nasıl düşman olunabilirdi? Diyelim düşman olundu, ya asırlar sonra sırf onların adlarını taşıyorlar diye insanları öldürmek sevgi ile nasıl izah edilebilirdi? Üstelik de hiç kimse adını kendisi seçemezken!..