Zenginlik, özellikle nakit bakımından zenginlik, birini yalnızca güvenirlik ve vergi tahsilatı açısından ayrıcalıklı bir konuma yerleştirmiyor aynı zamanda o kişiyi devletin ve yerel halkın gözünde ayrı bir noktaya koyuyordu. Dahası, zengin birinin kendi sosyal konumunu güçlendirecek ünvanları satın alması hiç de zor değildi.
Ulema kökenli seyyidler, Osmanlı şehir yaşamında en ön saflarda yer alıyorlardı. Önemli meselelerde daima arabulucu rolü üstlenirlerdi. Meşhur bir Osmanlı kroniğine göre ulema sosyal sınıfların en şereflisiydi ve tüm Osmanlı şehirlerinde sosyal ve ekonomik hayatın en yüksek noktasında bulunmaktaydı. Şehirli ayanlardan olan ulema, sayıları az olmasına karşın en zengin kent burjuvazisi arasında yer alıyordu. 18. yüzyılda tipik ayanların bir bölümü ulema arasından çıkmış olmasına karşın, ayanlık makamını dolduranların çoğu aslında bunu babalarının büyük nüfuz ve varlıkları sayesinde başaran ikinci nesil ulama aileleriydi.
Reklam
Bununla beraber Gülhane Hatt-ı Hümayunu'nda geçen vatandaşların eşitliği prensibi'nin Fransız İhtilaliyle tayılan fikirlerden biri olduğu düşünülürse, Tanzimat'ın bu yoldaki ıslahatta Fransa'dan ilham aldığı neticesine varılabilir.
17. yüzyıldan Tanzimat dönemine kadar cumhuriyetçilik gibi bir akım olmasa da, cumhur kelimesinin serancamının gösterdiği üzere temsil, siyasi katılım ve iktidarın sınırlanması üzerine yerel bir tartışma süregelmiştir.
Anılarımızda olumsuz bir yeri vardrr Paris' in. Tanzimat sonrası dönemlerde Avrupa'ya giden yazarlardan, eylemcilerden çoğu Paris'te kaıarak, çıkardıkları dergilerle gazetelerle bizi uygarlığımızdan koparmaya, bizi Avrupalılaştırmaya uğraşmışlardır. Batılılara öykünmeyi "terakki" sanıyorlardı. Batı devletleri de, bunların çalışmalarını destekliyorlardı. Londra' da kalanlar, başka yerlerde kalanlar, oralarda çalışanlar da vardı. Kültürde yabancılaşma, ilkin, Fransız etkisiyle başlamıştı . Politik düzeydeki yabancılaşma ise, daha çok ingiliz etkisiyle oluyordu. Sonunda, ulusal birliğimiz parçalandı. Cumhuriyet döneminde Avrupa' da kalmış okumuşlanmrızın da, öncekilerden farkı yoktu: Ne görmüşlerse aynısın bizde de olmasını istiyorlardı; sanki bin yıllık uygarlrğımız hiç olmamıştı; Tarihimiz, utanılacak bir geçmişti; ne yapıp yapıp Batılılara benzemeliydik.
İmparatorluğun bazı uzak şehirlerinde yerel âyânlar öylesine güçlüydü ki “bazen valinin olmadığı durumlar için kendi mütesellimlerini seçmeleri buyrulurdu.” Yerel ayan meclisleri, hem bir adayı destekleyerek veya ona karşı çıkarak kimin mütesellim olacağını belirleyebiliyor; hem de Subaşı, muhzırbaşı, dizdar, muhtesip ve yeniçeri serdarı gibi şehirdeki diğer kamu görevlilerinin atamalarında etkin rol oynuyordu.
Reklam
Avarizi-i Divaniyye
İster Doğu’da olsun ister Batı’da, Ortaçağdan beri hükümdarlar, devletin beklenmedik bütçe ihtiyaçlarını karşılamak için geçici, acil durum vergilendirmelerine başvurmuşlardır. … Bu durum Osmanlılar için de geçerlidir. Onlar da, özellikle savaş dönemlerinde Ordu ve donanmanın artan masraflarını karşılamak için tebaasına acil durum vergileri, avariz koyuyordu. Bu acil durum vergileri ve hizmet talepleri arasında ilk sırayı nüzül olarak bilinen iaşe vergisi alıyordu. İkincisi, reayanın mallarını önceden belirlenmiş yerlere götürüp satmasını gerektiren sürsat olarak bilinen yükümlülüktür. Üçüncü tedbir, kürekçi olarak bilinen, reayadan donanma filosunda kullanılmak üzere kürekçi toplamaktı. Sonuncu olarak da avarız akçesi, yani nakdi olarak toplanan acil durum vergisi vardı. … Devlet, görünürde eski vergilendirme sistemini muhafaza etse de, gerçekte bu acil durum vergileri, yani avariz-i divaniyye devlet bütçesini hızla artan ihtiyaçlarını karşılamak için giderek daha çok, bütün nüfusa yüklenen senelik nakdi vergiler haline dönüştürülmüştü.
Mali sistemde dönüşüm ve sonuçlarıKitabı okuyor
Avrupa / Birliği
12 Aralık 1999/Helsinki: Paris Anlaşması'ndan tam 143 yıl sonra Türkiye'nin Avrupa'nın bir parçası olma yolunda adaylığı tescil edilmiş oldu. Tanzimat Fermanı dahil Türkiye'nin geleceğini belirleyen tüm önemli kararlar kapalı kapılar ardında, hatta Bakanlar Kurulu'nun bile sonradan haberi olacak şekilde aceleye getirilerek gerçekleştirilmiştir.
Sayfa 156Kitabı okudu
İl-eri olarak bilinen milis kuvvetleri 1598-1605 arasında anadoluya gönderilen hükümlere göre şu şekilde teşkilatlandırılmıştır: sultanın bu yöndeki fermanının varmasıyla beraber milis kuvvetleri teşkilatlandırılma emrini alan kadı, oranın ileri gelenlerini (ayan) mübaşirin, yani beylerbeyinin temsilcisinin huzurunda toplardı. Sonra da aralarından il-başı veya il-kethudası denilen bir Serdar seçerlerdi. Fermanlara göre, bu şekilde seçilen kimsenin, “Yerel ayandan, ehil, tanınmış, dürüst, varlıklı ve sözü dinlenen “ biri olması gerekiyordu; bu tasvir, 18. yüzyıl belgelerinde ayanın tanımına neredeyse harfi harfine uymaktadır.Seçildikten sonra serdarın görevi, her köyden, emri altına yiğitler veya il-eriler, yani ateşli silah kullanabilen genç köylüler toplayacak yiğit-başılar seçmekti. … On kişi ya da daha fazlasından oluşan bir eşkiya çetesinin eyleme geçtiği anlaşıldığında bu, teşkilatı harekete geçirmek için yeterliydi. İlk olarak bu çetelere kadı mahkemesi huzurunda çıkmalarını emreden bir celb yollanırdı. Eğer celbe uyumayı reddederlerse, serdarın komutasında il-erilerin bunlara karşı harekete geçmesi emredilirdi.
İl-eri teşkilatıKitabı okuyor
Cumhuriyet dönemi ideolojisi, Osmanlı tarihinde birbirini izlediğini düşündüğümüz iki temel politikadan batılaşmayı ve din devlet ayrimini simgeleyen hareketin radikal ifadesidir. Cumhuriyetin kurucuları, Tanzimat dönemi hedeflerini ve politikasını, bütün radikal lojik sonuçlarıyla bir devrim felsefesi haline getirmiş, Tanzimat’ı büyük Fransız Devrimi ideolojisiyle yoğurarak onu Türk toplumu için bir ‘inkılap’ devrim yapmıştır.
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.