Şu plağı susturayım da yağmuru dinleyelim. Ne güzel, değil mi? İnsanın yağmura ayıracak boş zamanının olması başlı başına bir mutluluk bence. Yaşama sanatı denen şeyin içinde bu da vardır mutlaka... Bak aklıma ne geldi, çay yapayım mı? Bu havada ne güzel çay içilir!
Böylesi bir düzenin ağına düşen kişi, insan olduğunu, tek bir birey olduğunu nasıl hatırlar ? Düş kırıklığıyla, üzüntüyle, sevgi özlemi, hiçlik ve ayrı olma korkusuyla doluy- ken, yaşama şansına bir kez sahip olduğunu nasıl aklına getirebilir ?
Reklam
Gördüğüm genel bir manzarayı sizinle paylaşayım: Bir tek işte en iyi olmak için hayatından büyük fedakârlıklar yapan çok insan var. Uzaya uydular göndermekten tutun, elindeki müzik aletini neredeyse konuşturmaya varana kadar, insan kabiliyetlerinin sınırlarını zorlayarak elde edilen nice başarılar görürüz. Bunların hepsi de potansiyelleri içinden bir tanesini seçerek gerçekleştirme yolunda bir kader çizgisi takip etmiştir. Ödüllerden, konserlerden, alkışlardan, takdir ve teşekkürlerden sonra kendi yaşamına çekilen o “sıra dışı” insan ne yapar peki? Ne yapacak, sizin gibi, benim gibi, her faninin dertleri onda da mevcuttur ve o dertleriyle baş başa kalır. Belki maddeten sorunları hallolmuş görünür ama şimdi daha büyük bir derdi vardır onun: Yaşamının geri kalanıyla ne yapacak? Yaşama sanatı hakkında bilgi sahibi midir acaba? Kendiyle baş başa kaldığında, etrafındaki samimi aile ve dost meclislerinde mutluluğu tadacak mecali kalmış mıdır? Eğer bunları yapabiliyorsa, biliniz ki çok nadir ve seçkin bir örnekle karşı karşıyasınızdır.
İster marangozluk olsun, ister doktorluk, ister sev­me sanatı hangisini ele alırsak alalım, her sanatın uy­gulamasında bazı genel gereksinimler vardır. Her şeyden önce bir sanatın uygulanmasında, disipline gerek­sinim duyulur, Eğer ben birşeyi salt «canım İstiyor» diye yapıyorsam, benim için bu eğlenceli ve güzel bir uğraş olabilir, Ne var ki disiplinli bir şekilde çalışma­dığım için o sanatta ustalaşabilmem olanaksızdır. An­cak, sorun sadece belirli bir sanatın uygulanmasında disiplinli olmak değil (örneğin o sanatı her gün belir­li bir süre uygulamak) kişinin tüm yaşamının disiplin­li olmasıdır. Çağdaş insanın disiplini öğrenmesinin hiç de güç olmayacağı düşünülebilir, O her gün 8 saat son derece disiplinli, katı bir şekilde programlanmış bir işte çalışmıyor mu? Ne var ki burada önemli olan çağdaş insanın iş saatleri dışında öz disipline çok az sahip olmasıdır. Çalışmadığı zamanlar aylaklık etmek, rahatlamak, daha yerinde bir deyimle «gevşemek» is­temektedir. Bu aylaklığa duyduğu istek, programlı ya­şama duyduğu bir tepkidir, İnsan her gün sekiz saat amaçlamadığı biçimde tüm enerjisini harcamak zorun­da kalırsa başkaldırır ve bu isyankârlığı çocuksu bir kendi isteklerine düşkünlük biçimini alır. Ardından baskılı yönetime karşı verdiği savaşım,onu tüm disip­linlere karşı, akılcı olmayan otoriteler tarafından zorlananlara da, kendisinin kabul ettiklerine de, güven­siz kılar. Fakat böyle bir disiplin olmazsa, yaşam dağınıktır, altüst olur ve belli bir noktada yoğunlaşma sağlanamaz.
Böylece para­doksal mantık, Tanrı sevgisi, ne kafadaki Tanrı bilgi­si ne de kişinin Tanrıyı sevdiğini düşünmesidir. Tanrı sevgisi Tanrıyla birliği yaşama edimidir, sonucuna varmaktadır.
Sezar, doğal kusurlarını [saçlarının seyrekliğini] defneden bir taçla saklardı.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.