YAZARIN KALEMİ
"Kişi kendini unutuyor bazan. Dünyada ne aradığını bile! Yazar da öyle. Günler geçiyor kalemi almak istemiyorum. Hele daktilo başına geçmek büsbütün sinir bozucu. Makine yazarı duygusuzlaştırıyor. Kâğıtla yazarın doğrudan doğruya ilişki kurması yok makine başında. Birtakım tuşlara basıyorsunuz, onlar birtakım harfleri yanyana diziyor; sözcükler, cümleler çıkıyor ortaya. Fikra, makale yazarken neyse ne! Ama öykü, ya da roman yazarken kendimi makine başında düşünüyorum. Kalem ille beyaz kâğıdın üstünde gidip gelecek. Kâğıtla yazar bir bütün olacak. Kâğıda akacak kalemden bir düş, bir gerçek dünyası. El yazısının kâğıt üzerinde aldığı biçimler, bazan hızlanıp, bazan durgunlaşan kalemin oyunları, hele yaratmadaki o kısa boşlukları gösteren öyküyle, romanla ilgisiz resimler, inceli kalınlı çizgiler... Eski öykülerimin el yazılarını atmışım, yırtmışım, pek azı var. Onlara bakıyorum da o öyküleri yazdığım dakikaların havasını yeniden yaşıyorum. Yazı makinesiyle yalan, uydurma şeyler daha kolay yazılıyor sanki. El yazısında bir içtenlik var. Hemingway öykülerinin ancak konuşma bölümlerini makinede yazarmış. "Çünkü diyor, insanlar yazı makinesi gibi konuşurlar." Makine, yazarın dürüst düşünmesini de önler gibi gelir bana. Dürüstlük ise yazarın başlıca niteliği... "
~OKTAY AKBAL ( VARLIK DERGİSİ 1 ARALIK 1966 SAYI:683 SAYFA:5 )