Her zaman hayale değil, gerçek olana inanmak lazımdır. Bir insanın gerçek bir inanca sahip olması için de inandığı yeri görmesi gereklidir; yoksa adı üstünde, hayal... Bir hayale insan ne kadar inanabilir?
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, “Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez” (Necm, 28) diye buyrulmaktadır.
Şöyle bir misal verelim: Bir bilgin, Mevlana’nın huzuruna gelmiş ve, “Ya Mevlana” demiş, “Sana bir sorum var: Ben tam kırk senedir hocalık yapıyorum, çocukları eğitiyorum. Fakat bende bir korku var, o da şu: Cenab-ı Allah, Kur’an’da Hazreti Muhammed’in dilinden şöyle sesleniyor: ‘Beni bu alemde göremeyen, öbür alemde hiç göremez.’ Ben bu alemde Allah’ı göremedim, benim halim ne olacak?” Hazreti Mevlana, bir bilginden bunu duyunca biraz şaşırıyor ve şöyle cevap veriyor: “İlahi Hakk, demek ki sen Allah’ı görmeden Allah’tan söz ediyorsun. Peki sen kimin kudretiyle bana bu soruyu soruyorsun?” Hoca demiş: “Allah’ın kudretiyle.” “Aklın kimin kudretiyle çalışıyor?” Yine demiş: “Allah’ın kudretiyle.” “Gözlerin kimin kudretiyle görüyor?” “Allah’ın...” “Elin kimin kudretiyle tutuyor? Sen kimin kudretiyle yaşıyorsun?” “Allah’ın...” “Demek ki, Allah senin her zerreni sarmış, ama sen onu kendinin dışında aramaktasın.”
hasan çıkar dede..