"Geçmişte anne ve babamızın bize nasıl davrandığı onların imtihanıdır. Bizim imtihanımızsa bunu nasıl içselleştirdiğimiz ve yorumladığımızdır." Metin Karabaşoğlu
Bu çağın, belki de tüm çağların, 'sorgulanmaz'larından biri de, 'güncellik' olsa gerek. Aslında, bugün kullanılan anlamıyla müthiş bir akılsızlık belgeselidir 'güncel'lik. Ertesi gün çürüyecek, üç gün sonra bozulup elde kalacak bir malı depolayan bir tüccar, ne kadar 'akıllı' ve de 'tüccar' olabilir ki? - Metin Karabaşoğlu / Küçük Şeyler
Reklam
"Henüz İnmemiş Ayetler"
Ramazan Kur'an ayı... Her ne kadar "cliché" bir cümle olsa da işaret ettiği mana bakımından oldukça hakikatli. Bugün bir kez daha anlamanın hem gururunu hem burukluğunu yaşadım. Tefsir okumalarını çok seviyorum. Boş (Faydasız mi demeliydim yoksa. Son süreçte çok fazla hikaye kitabı okudum çünkü) okumalardan aldığım hazzın önüne
İlk mektuba ne kadar mukavemet gösterebilir ki insan? "İkra" emrine "mâ ene bikâri" diye cevap veren Hazret-i Peygamber'in tavrını bir mukavemet olarak okumak ne kadar mümkün? Okumadığımız ne çok mektup var... ve okumayı bilmediğimizi itiraf edemediğimiz niceleri... Nicenin niteliğini bilmediğimiz... Metin Karabaşoğlu'nun Henüz İnmemiş Ayetler ismini bir kitaba verirken altını çizdiği şeyi anlatmaya çalışıyorum. Gelen kutunuza intikal edip de "spam" kutusuna gönderdiğimiz ayetler... Üç kez "mâ ene bikâri" diyen Hz. Peygamber'in ümmeti olarak kaç kez tekrarlamamız gerekiyor itiraf mahiyetinde okumayı bilmediğimizi. Hoş geliyorsun ey Şehr-i Ramazan...
''...Kendisine emanet edilen yetkiyi ve imkânları, yeminini ettiği ‘adalet’ ilkesini gözeterek değil, ‘bizden-öteki’ tasnifleri içinde kime ne kadar oy verdiği hesabıyla kullanmak, her mü’minden tecvitle okunmaktan öte ciddiyetle uygulanmayı bekleyen adalet âyetleriyle elbette kesin bir surette çelişiyor. Bizatihi Kur’ân’ın tarifiyle takvaya yakın olan ve yakışan adalet olsa bile, siyasetçi geçmişte ve bugün bu gerçeği ıskalayabiliyor. Bediüzzaman Said Nursî’ye, “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” dedirten bir sebep de bu zaten. Siyaset ile takva arasında gerilim, çatışma, hatta zıtlık gördüğü için, istisnalar bir tarafa, genel durum olarak şu tesbitte bulunuyor Bediüzzaman: “Siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, müttaki olanlar siyasetçi olmazlar. Yani maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer.” Bir örneğini geçen hafta gördük işte. Din adaleti emrederken, seçimde sonuç alabilmek uğruna ‘adaletsizliği’ vaad etmek gibi bir vahamete şahit oldu gözlerimiz ve kulaklarımız. Yetki ve sorumluluk mevkiinden adalet sözü çıkmadı da, kendisine verilen emaneti adaletle değil ayırma ve kayırma ile kullanacağı iması zuhur etti. Herkes bu ülkenin hukuk önünde eşit vatandaşı, herkes aynı vergi kanununa tâbi, herkesin eşit derecede hakkı ve hukuku var sözü verilmedi de; merkezden ne kadar hizmet alacağın yerelde kime oy verdiğine bakar iması zuhur etti.'' Metin Karabaşoğlu
‘ikiyüzlülüğü’nden söz edeceksek, çok az istisna dışında Müslüman ülkelerin yönetimleri başta olmak üzere Doğu’nun ise ancak ‘yüzsüzlüğü’nden söz edebiliriz. Evet, Batı ikiyüzlü, ama Doğu yüzsüz. Çünkü Batıda en azından tepkisini ortaya koyan bir taraf var, Doğu ise duvar kadar tepkisiz. Her şeye rağmen Batı, insanlığın geleceği konusunda benim gibi bir Müslüman’a daha fazla umut veriyor.''Metin Karabaşoğlu, Serbestiyet
Reklam
129 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.