Hani bazen biri vardır, en büyük kötülüğü kendine yapan. Öyle deriz, ne yaptıysa, kendine yapıyor. Yahut bizizdir o, öyle derler, hâlbuki ne kadar iyi biriyizdir eskiden, ah ki ne ahtır vesaire. Hakan Şenocak, "Ne yaşıyor ne de ölüyordu. Yığılmak istiyordu. Dökülmek, kaybolmak, yok olmak istiyordu. İçindeki çatışma bitsin istiyordu."
Ben Sakarya'da bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim, Sakarya ığranıp gider, ben Sakarya'yı beklerim. Selâmsız Duran çavuş Barakmuslu'dan ah başıma gelenler, yapraklarım gözlerim. Ben Sakarya'da bir kavak ağacıyım, yel eser inlerim, benim mezarım yoktur, ben üçüncü taburdan, bir kahbenin kurşunu geldi, gelip ciğerimi deldi, at ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır ben öldüm, Selâmsız çavuştan bir garib kavak kaldı. Telli kavak, telli kavak, ne uzarsın boyuna, suya indi çakallar, suya indi söğüt dalları. Söğüt yaprağı narin, gözlerim yanıyor, gözlerim, kuş uçmaz, kervan geçmez, karanlık tuttu yolları, ben ne inim, ne cinim, siz kimsiniz kimsiniz Derviş gibi nerden gelip böyle nereye gittiniz? Barakmuslu Mezarlığı kımıldanır için için, benim dedem, benim babam yâdellerde öldüler, yüreğimi zehir ettin sen nasıl gecesin hey gidi, Kapkara, gözü yaşlı mezar taşına benzersin, yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler?
Attila İlhan
Attila İlhan
Reklam
İsmet Özel
Bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde paralar yaşlı kızların koynunda yatarken bırakın köprülerin üstüne yağmur ve basma perdelerden lânet bize. Şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu Sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza peşimizde bütün
KUŞLAR, PITLAKLAR VE TIRAŞ SANDIĞI "ateşten mi geçiyorum ateşi mi gezdiriyorum yollarda dağılmış kanatlar gibiyim rüzgârını beklediğim anlar kuşlar uçar uçar da akşamına" Arif Ay "Kuşlar Çatlaklar ve Tıraş Sandığı" kitabı Zübeyde Andıç'ın ilk öykü kitabı. Arif Ay şiiriyle
Bir yazarın batılılaşma eleştirisi
"Sen belki hatırlarsın. Bahçemizde yaşlı bir kavak vardı. Onun dibine komşunun söküp attığı bir asmayı dikmiştim. Tuttu ve gelişti. Kavağın boyunca uzadı gitti. Mevsim geldikçe bakımsızlığına rağmen iri taneli ve güzel üzümler verdi. Sonra yaşlandı ve yozlaştı tabi. Bir gün onu söküp atmak gerektiğini düşündüm. Hem verimsizleşti hem de bana kavağı rahatsız ediyormuş gibi geliyordu. Bu düşünceyle erişebildiğim en yüksek noktadan onu kesip attım. Kavağın üzerinden o ağırlığı aldığım için memnundum. Olayı unuttum gitti. O yılın güzünde yaprakların döküm mevsiminde tesadüfen kavağın tepesine baktım ve gözlerim hayretle açıldı. Ağaç nefis görünümlü salkımlarla donanmıştı. Belki erişebilmenin zorluğu onları gözümde daha da imrenilir gösteriyordu. Binbir zorlukla tepeye tırmandım ve altın renkli salkımlardan indirebildiğim kadar topladım. Gördüm ki kökünden söktüğüm asma, kavağın çatallaştığı noktada kök salmış. O üzümleri yazık ki yiyemedik. Çünkü güzelliklerinin aksine acı bir tada sahiptiler. Bu olay beni çok düşündürdü. Kavağın köklerinin topladığı özsu üzüm için uygun değildi."
"Öldü gitti, hâlâ uğraşıyoruz!"
Öfkeli bir uyanıştı bu, kara cumaya... Yaşlı bir kavak sesi Kahvehanenin önünde bir meydan gölgesi Kavak ve minare arasında gelgitli bir esinti Yoksa gelen ecelin sesi mi? Durdum. Yürüdüm tabuta Sahi ya, Ölümün sesi var mı acaba "Öldün mü?" diye sordum Kunduracıya... Kaldırıp taşıyacağız seni Dualarla göndereceğiz, Haklarımızın her birini.
Reklam
23 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.