İzlediğim bir film sahnesi yahut okuduğum kitabın bir bölümüydü... Uzun süre karanlık ortama hapsedilmiş bir kişi oradan çıkarılırken ilk defa ışıkla karşı karşıya kalır. Hissettiği rahatsızlıktan ötürü ışığa bakamaz, ya gözlerini kapatır ya da tekrar o karanlığa dönme ihtiyacı hisseder. Fussilet suresinde Semud kavminden bahseden ayette "hidayet yerine körlüğü tercih ettiler." der. İfade dikkatimi çekti. Hidayet yerine dalâleti tercih ettiler dememiş mesela. Ayetin devamında Semud kavmine isabet eden, alçaltıcı bir azap olan "yıldırım"dan bahseder. Bir kavmi helak edecek kuvvetteki yıldırımın yaymış olduğu parlak bir aydınlık, tercih edilen körlüğün cezası olarak zikredilmiş ayette. Görmek tercihte bulunabilmek için en temel belirleyicidir. Görmek gözün işlevi, mutmain olmak ise kalbin görmesi dediğimiz basirettir. O halde hidayete karşı körlüğün tercih edilmesi dalâlete açılan bir gözdür. Dalâlete açılan göz ise dalâleti tercih etmekle değil, hidayete kör olmayı tercih etmekle oluyor. Kalpteki körlük hakikati görmeye engeldir. Hakikat hidayettir. Hidayet, hakikatin dünyaya bakan yönüdür. Aydınlıktır, yol gösterir. Ahirette hidayete erecek bir kul var mıdır? Ya da soruyu şöyle soralım... Ahirette inkar edecek bir kul var mıdır? Hidayete kör olan kalpler, yıldırımın yakıcı parlaklığıyla hakikati inkar edemeyecek bir neticeyle körlüklerinden azad oluyor! Şimdi tekrar düşünelim... Bir süre karanlığa maruz kalanların ışıkla karşılaşınca hissettiği rahatsızlıktan dolayı gözlerini kapatmak istemelerini!