Benim için yazılan ne varsa, dalgın bir gözle okudum, geçerken okur gibi, sanki bu haklı ya da kıyıcı kelimeler bana ayrılmamış gibi gerçekten. Yadsıdığım falan yok iyi ya da kötü gerçeği, bana sunmak için can attıkları elmayı ya da almış bulunduğum zehirli gübreyi. Diyeceğim başka. Derimden, saçlarımdan, dişlerimden, yandığım şeyden mutsuz saatlerde: benim diyeceğim gövdemden ve gölgemden Niçin - bu hem benim sorum, hem onun sorusu - o aşkı da, sessizliği de olmayan başka biri açar çatlağı niçin onun çivisi büyük vuruşlar altında gömülür tere, oduna, taşa ya da gölgeye bunlar öz varlığımken benim? Niçin uzaktan gördüğüm ulaşır bana, ben ki var olmayanım, çıkmayanım, dönmeyenim, kuşları alfabenin ah neden korkutur gözlerimi, tırnaklarımı? Sevinmeli miyim başkası ya da ben olmama? Kimin oluyorum peki ben? Nasıl rehine verdiler gücümü her şeyimden oluncaya kadar? Niçin sattım kanımı? Sahipleri kimler kuşkularımın, ellerimin, acımın ya da egemenliğimin? Korkuyorum yürümekten uzak ırmağın yanında, korkuyorum bakmaktan yanardağlara ki her zaman tanıdım, onlar da beni tanır: belki yukarıda, belki aşağıda su ve ateş, beni yoklasa şimdi, açmadığımı düşünüyorlar gerçeği daha, ve yabancının biri olduğumu. Böylece, üzüntü içinde, okuyorum üzüntüden daha iyisinin belki de katılması olduğunu görünmeyenin öfkesi ya da haberi. Biliyorum gene de bütün bu kelimelerin ayıramadığını beni yalnızlıktan. Ve çabucak geçtim üstünden kızmadan kendime, yasdımadan kendimi, sanki bunlar yazılan mektuplarmış gibi başkalarına, hem bana benzeyen hem de uzak olanlara benden, evet, yitik mektuplar.