Bir gün tavşan, kaplumbağa ile yeniden karşılaşmış. Kaplumbağa tavşana "Nasılsın görüşmeyeli?" diye sormuş. Tavşan son görüşmelerinde kaplumbağanın kendisine verdiği dersi hatırlamış. Bitiş çizgisini ağır adımlarla nasıl geçtiği gelmiş gözlerinin önüne. Kaplumbağanın bu sorusu karşısında ezildiğini hissetmiş. Gözleri dolmuş...
Kaplumbağanın gözlerindeyse kazandığı zaferin gururu okunuyormuş halen. Tavşan kaplumbağanın halini soruşundan asıl hatırlatmaya çalıştığı şeyin ne olduğunu hemen anlamış... Lafı çok uzatmadan "iyidir..." demiş sadece; "sen nasılsın?" diye sormadan. Kaplumbağa tavşanın bu mesafeli tavrından hoşnut olmuş... Başını hafifçe kaldırıp tavşanın gözlerine bakmış. Sonra "Yarışalım mı?" diye sormuş. Kaplumbağanın bu sorusundan sonra tavşanın gözleri parıldamış, çehresi değişmiş moral bulmuş bir anda.
Tavşan kaplumbağanın gözlerinin içine gururla bakmış bu kez...
Hayır, yarışmayacağım seninle. Sen, seni kör etmeye yeten zaferinle yaşayacaksın bundan böyle... Bense kaybetmiş olmanın bana kattığı anlamla...
Kaplumbağa tavşanın bu cevabı karşısında ne diyeceğini şaşırmış. Hiç beklemediği cevaba nasıl karşılık verebileceğini düşünmüş. Bir an durmuş, susmuş sonra;
Ben seni yenene kadar hep o anlamla yaşadım, demiş.
(Fabılın ilk perdesi La Fontaine'nin yazdığı kısımdır. İkinci perdesini yazmaksa bana nasipmiş :)